Nurgül YILDIRIM
Cedrus X (2022) 1-21. DOI: 10.13113/CEDRUS.202201

Geliş Tarihi: 27.12.2021| Kabul Tarihi: 03.02.2022

Öz & Abstract

Dağlar Eskiçağ toplumlarınca gökyüzüne uzanmaları, gökyüzü ile yeryüzünü birbirine bağlayan bereket köprüsü olarak algılanmaları ve görkemleriyle kutsal kabul edilmiştir. Bu kutsallık tanrı ve tanrıçaların evleri ya da kült merkezleri olarak adlandırılarak Eskiçağ inanç sisteminde dağların ayrıcalıklı bir yere konumlandırılmasında temel teşkil etmiştir. Anadolu’da Geç Tunç Çağı metinlerine yansıtılan kutsallaştırılmış dağların yanı sıra tanrılaştırılmış dağların da varlığı, dağların Eskiçağ inanç motifinde tapınım alanı olmalarına ek tapınım nedeni olarak görüldüklerini de ortaya çıkarmıştır. Antikçağ metinlerinde Zeus’un kutsal dağı Kasios/Casius olarak kaydedilen Hatay’ın Yayladağ İlçesindeki Kılıç/Kel Dağ (Cebel Akra) da neredeyse MÖ XV. yüzyıldan itibaren Hava/Fırtına Tanrılarının kutsal alanı olarak anılmaya başlanmıştır. Çivi yazılı kayıtlarda Hazi/Hazzi adıyla bir dağ tanrısı olarak anılan Kılıç Dağ, özellikle Hurrili Fırtına Tanrı Tešup’un kutsal dağı ve evi olarak değerlendirilmiştir. Ugarit tabletlerinde Kenanlı Fırtına Tanrısı Baal’in tahtı kabul edilen bu dağ, Baal Ṣapunu olarak adlandırılarak hem Yeni Asur çivi yazılı kayıtlarında, hem de Ugarit liturjik metinlerinde kutsiyetiyle yer almıştır. Kılıç Dağ’ın neredeyse Geç Tunç Çağı’ndan Roma Dönemi’ne uzanan süreçte Fırtına Tanrılarının tarihi ve mitik yolculuklarında onların kutsal mekânı kabul edilişinin ve hakim siyasi erke koşut değişiminin tarihi çerçevede aktarımının amaçlandığı bu çalışmada, ilgili döneme ait birincil kayıtlar temel kaynak olarak belirlenmiştir.

Mountains were considered sacred by ancient societies due to their extending up into the sky, being per­ceived as a bridge of fertility con­necting the sky and the earth and from their magnifi­cence. This sanctity was named as the houses of the gods and goddesses or cult centers and formed the basis for positioning the moun­tains in a privileged place the ancient belief systems. The presence of sacralized moun­tains as well as the deified moun­tains is reflected in the Bronze Age texts in Ana­tolia, revealed that the mountains were seen as a rea­son for wor­ship, as well as being a place of worship in ancient belief. The Kılıc/Kel Mountain (Cebel Akra) in the Yayladağ District of Hatay, which is recorded as Kasios/Casius, the sacred mountain of Zeus in ancient texts, was known as the sanctuary of the Weather Gods from the XVth century B.C. Kılıç Dag, which was known as the mountain of gods in the cuneiform records and named as Hazi/Hazzi, was espe­cially consi­de­red as the holy moun­tain of the Hurrian Storm God Tešup. This mountain which is considered the throne of the Canaan­ite Storm God Baal in the Ugaritic tab­lets, was considered sacred in both the Neo-Assyrian cuneiform records and Ugaritic liturgical texts. The aim of this study is to show the acceptance of Kılıç Dag as a sacred place in the historical and mythical jour­neys of the Storm Gods in the historical and mythi­cal journeys and the change in parallel with the dominant political power, within the his­torical framework; the primary records of the period have been determined as the main source of evidence.

Sevgi DÖNMEZ
Cedrus X (2022) 23-46. DOI: 10.13113/CEDRUS.202202

Geliş Tarihi: 08.02.2022 | Kabul Tarihi: 12.05.2022

Öz & Abstract

Akçadağ İlçesi, Malatya Ovası’nın batı ve güneybatısında, yüksekliği 2500 metreyi geçen Nurhak Dağları’nın kuzeydoğu uzantıları ile kuzeyinde Tohma Havzası ve doğusunda Sultansuyu Havzası’nı kapsayan bir saha içerisinde yer almaktadır. Akçadağ, bulunduğu konum itibariyle, Tohma Havzası aracılığıyla Orta Anadolu’ya, Malatya Ovası ve Yazıhan Ovası aracılığıyla Kuzeydoğu Anadolu’ya, Sultansuyu Havzası aracılığıyla Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’ne açılmaktadır. Nurhak Dağları’nın büyük bir kısmı Akçadağ’da yer almakta olup bölgede, Elbistan Ovası’na uzanan derin vadi geçitleri, akarsu kaynakları, yüksek platolar ve yaylalar yer almaktadır. 2020-2021 yıllarında, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ile Akçadağ İlçesi’nde gerçekleştirilen yüzey araştırmasında, Demir Çağı’na tarihlendirdiğimiz onlarca yerleşim yeri ve bunun yanı sıra Kuzeydoğu Anadolu’da karşımıza çıkan kurganlar ile benzer özellik taşıyan birçok kurgan tespit edilmiştir. Havzalarda ve ovalık alanda höyük yerleşimleri ve sırt yerleşimleri dikkat çekerken özellikle Akçadağ’ın merkezi kısmını oluşturan platolar sahasında ve Akçadağ-Nurhak Dağları üzerinde Demir Çağı’na tarihlendirilebilecek çok sayıda kale yerleşimleri ve kurganlar saptanmıştır. Bu çalışmada, Demir Çağı’nda yüksek yayla kültürleri ve yerleşik tarım kültürleri açısından Akçadağ Bölgesi’nin önemi, yerleşimlerin özellikleri, araziyi kullanım biçimleri ve seramik buluntular tartışılacaktır.

The District of Akçadağ is located to the west and southwest of Malatya Plain, within an area covering the northeast extension of the Nurhak Mountains with an elevation above 2,500 meters and the Tohma Basin to the north and Sultansuyu Basin to the east. Akçadağ, in respect to its loca­tion, extends towards  Central Anatolia thro­ugh the Tohma Basin, to Northeastern Anato­lia through Malatya Plain and Yazıhan Plain, to Sout­heastern Anatolia and Medi­terranean Region thro­ugh Sultansuyu Basin. In the surface survey conducted in the District of Akçadağ in 2020-2021 with the autho­rization of the Ministry of Culture and Tourism, Direc­torate General of Cultural Heritage and Mu­seums, tens of settlement areas data­ble to Iron Age and, numerous kur­gans with similar properties to the kurgans of North­eastern Anatolia were found. While mo­und settlements and ridge settlements in the basins and plains compel attention, numerous stronghold settle­ments and kurgans have been identified at the sites on the plateaus forming the central part of Akçadağ and on the Akçadağ-Nurhak Mountains that can be dated to Iron Age. In this study, the importance of Akçadağ Region, the cha­racteristics of settlements, the patterns of land use and ceramic finds are discussed in terms of highland cultures and settled agrarian cultures in the Iron Age.

Refik Kaan Üçler
Cedrus X (2022) 47-67. DOI: 10.13113/CEDRUS.202203

Geliş Tarihi: 26.09.2021 | Kabul Tarihi: 17.01.2022

Öz & Abstract

Şehirlerin yükselmesiyle beraberinde gelen ticaret dalgası zamanla tüm Ön Asya’yı birbirine bağlamıştı. Büyük devletlerin önderliğinde Ön Asya üzerinden işleyen geniş ticaret ağının kurulmasıyla kıyı şehirlerinin önemi git gide artmıştır. Fenike kıyısı deniz ve kara ticaretinin buluştuğu bölge olmasından dolayı Bronz Çağının en önemli merkezlerinden biriydi. MÖ XII. yüzyıldaki deniz halklarının göçü büyük devletlerin çöküşüne yol açmış ve şehir devletlerinin yeniden yükselişini hızlandırmıştır. Fenike şehirleri eski ticaret yollarını canlandırmak amacıyla Ön Asya’da çeşitli imtiyazlar elde etmişlerdir. Doğu’daki konumlarını sağlamlaştırmalarıın ardından Batı’ya açılarak kolonileşme faaliyetlerine girmişlerdir. Fenike kolonileşmesi çoğunlukla ekonomik nedenlerle ortaya çıkmıştır. Kolonileri Helen yerleşmeleriyle karşılaştırıldığında toprak kazanma amacı gütmeyen küçük yerleşim alanlarıdır. Büyük gelirler elde etmek isteyen Fenikeliler Batı Akdeniz üzerinde değerleri madenlerin bulunduğu stratejik noktalara yerleşmişlerdir. Yayılmacı bir kolonileşme yerine yerel toplumlar ile Doğu arasında bir aracı rolü oynamışlardır. Fenikeliler Doğu ve Batı kültürlerinin karma yapısının oluşmasında etkili olmuşlardır. Fenike kolonileşmesini anlamlandırmak için az sayıdaki Fenike bulgularından ve Helenlerin anlatılarından yararlanılacaktır. Bu makalede işlenecek olan ana düşünce Fenike kolonileşmesinin nedenlerini, işleyişini ve sonuçlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır

The Phoenician coast was one of the most important centers of the Bronze Age, as it was the linking place of sea and land trade. In the XIIth century B.C. the migration of the Sea Peoples led to the collapse of large states and accelerated the rise once again of city-states. From the IXth century B.C., the Phoenicians consolidated their position in the east, due to the city-state of Tyre gaining privileges from regional trade; furthermore, this was also the main factor behind the colonization movements in the Western Mediterranean. Colonists united by the city of Tyre founded settlements that crossed over to the other side of the Straits of Gibraltar. Compared to the Hellenic settlements the Phoenician colonies were small settlements, with no intention to expand on land. The Phoenicians wanted to earn more revenue and settled in strategic points where valuable mines were located around the Western Mediterranean. Instead of expansionist colonization, they played an intermediary role between the local societies and the east. Phoenicians played a part in the formation of the mixed structure of both Eastern and Western Mediterranean cultures. Trade profits and colonization era improved by the privileges continued to be eastern centered until the city of Tyre was captured by the Persians. To better understand Phoenician colonization a few Phoenician finds and the narratives of Hellenic authors are used. This article aims to reveal the reasons, operations, and results of Phoenician colonization.

Leyla KADERLİ & Chynara ALİEVA
Cedrus X (2022) 69-93. DOI: 10.13113/CEDRUS.202204

Geliş Tarihi: 30.05.2021 | Kabul Tarihi:06.06.2022

Öz & Abstract

The rock paintings (petroglyphs) are seen in different regions and in many parts of the world. They spread around the world, from Southern America to Africa, from Australia to Europe and to Asia. The different symbols and depictions on the rock paintings give various clues about the ethnographic lives as well as the relations of cultures with their surroundings as an indicator of their beliefs. Today, in research on petroglyphs, the meanings of symbols and the origins of the cultures they belong to are mostly discussed within the scope of different topics such as chronological order. In Central Asia, petroglyphs are found in many regions of Kazakhstan, Kyrgyzstan and Tajikistan. On the northwestern of the city Cholpon-Ata situated on the northern shore of the Issık Lake in Kyrgyzstan found approximately a thousand petroglyphs in various sizes. Today, only a part of this area is enclosed by wire and used as an open air museum and is protected by a watchman sent by a museum in Cholpon-Ata. These monuments, which are proof of ties with past cultures, have unfortunately started to dissolve in the destruction of time, human and nature. Although the petroglyphs in this region are legally protected, they are gradually disappearing due to various factors arising from tourism activities, vandalism, natural life, climatic conditions and the geological structure of the stone. The main purpose of this study is to document these monuments witnessing history, to make basic determinations to create an archive, to bring them to the literature and to contribute to the history, culture and promotion of the country.

Kaya resimleri (petroglifler) dünyanın birçok bölge­sinde farklı coğrafyalarda görülmektedir. Kaya resimleri üzerinde yer alan farklı sem­boller ve tasvirler, kültürlerin, inançların bir göstergesi olarak çevresi ile olan ilişkileri yanında etnografik yaşamlar hakkında da çeşitli ipuçları vermektedir. Günümüzde petroglifler ile ilgili ya­pılan araştır­ma­­larda sembollerin anlamları ve ait oldukları kül­tür­lerin kökenleri daha çok kronolo­jik sıra­lama gibi birbi­rinden farklı konular kapsa­mında ele alın­maktadır. Ça­lışma kapsamında in­ce­lenen Kırgızistan’ın Issık Göl’ün ku­zey kıyı­sında yer alan Çolpon-Ata şehri­nin kuzeybatısı­nda yaklaşık bin adet çeşitli boyut­lar­da petroglifler bulun­mak­tadır. Günü­müz­de bu alanın sadece bir bölü­mü, tel çekilerek açık hava müzesine dönüş­türül­müş ve Çolpan Ataʼda bulu­nan bir müze tara­fın­dan gö­revlendiri­len bir bekçi yardımı ile güven­liği sağ­lanmaya çalışılmak­tadır. Geç­miş kül­türlerle bağ­ların bir kanıtı olan bu anıtlar ne yazık ki za­man, insan ve doğa tahri­batı içinde çözülmeye baş­lamışlardır. Bu bölge­deki petroglifler yasal ola­rak ko­runmaya alınma­sına rağmen yürütülen tu­rizm faaliyet­leri, vanda­lizm, doğal yaşam, iklim­sel şart­lar ve taşın jeolo­jik yapısından kaynaklanan çeşitli faktörler­den dola­yı gide­rek yok olmaktadır­lar. Bu çalışma­nın temel amacı tarihe ta­nıklık eden bu anıt­ların belgelen­mesi, arşiv oluş­tu­rul­ması için temel tes­pit­le­rin ya­pılması, literatüre kazan­dırıl­ma­sı ve ülke tarihine, kültürüne ve tanıtımına kat­kı sağla­masıdır.

 

Merve ARİNÇ & Murat ÇEKİLMEZ
Cedrus X (2022) 95-111. DOI: 10.13113/CEDRUS.202205

Geliş Tarihi: 29.05.2021 | Kabul Tarihi: 17.01.2022

Öz & Abstract

Bu çalışmasında, Efes Müzesi’nde bulunan, ölü yemeği/symposium sahneli altı mezar steli ele alınmıştır. Çalışmanın amacı daha önce yayımlanmamış eserlerin literatüre kazandırılmasının yanı sıra Ephesos kentinin mezar steli üretimindeki stil özelliklerini anlamak ve etkileşim alanını saptamaktır. Bu kapsamda eserler öncelikli olarak stel tipleri, figür tipleri ve bezeme alanlarında yer alan ölü yemeği/symposion sahnesinin ikonografisinin irdelenmesi yoluyla çalışılmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda kökeni MÖ III. binyıla dayanan symposion sahnelerinin ele alınan örnekler üzerinde MÖ II. yüzyılın sonlarından MS II. yüzyılın başlarına kadar uzanan geniş bir tarih aralığında kullanıldığı ve Ephesos kentinin MÖ IV. yüzyıl kökenli Geç Hellenistik Dönem geleneğinde yerel üretimler yaptığı saptanmıştır. Kronolojik olarak takip edilebilen stil özelliklerinin Ionia, Lydia Bölgesi ve geç dönemlerde Mysia Bölgesi kentlerinin gelenekleriyle ilişkisi saptanmıştır. İkonografinin yanı sıra yerel üretimi kanıtlayan enine dörtgen formlu stel tipi, bezeme alanının büyük bir kısmını kaplayan figürlerin kullanımı ve MÖ IV. yüzyılda popüler olan kadın tiplerinin sıklıkla tekrarlanmasıyla da Ephesos, güncel literatürde eksikliği bilinen Ionia Bölgesi mezar steli geleneği hakkında önemli bilgiler sunmaktadır.

In the study of the article, six grave steles with a funerary meal/symposium scene in the Ephesus Museum are studied. The aim of the study is to understand the typology of the grave stele production of the city of Ephesos and to determine the interaction area, as well as bringing the previously unpublished works to the literature. In this sense, stelae have been studied primarily by examining types, figure types and iconography of the symposion scene in the decoration areas. As a result of the evaluations, it was determined that the symposion scenes, whose origins date back to the 3rd millennium BC, were used in a wide range of dates from the end of the 2nd century BC to the beginning of the 2nd century AD on the samples, and that the city of Ephesos made local productions in the Late Hellenistic Period tradition of the 4th century BC. In the typology that can be followed chronologically, its relation with the traditions of the cities of Ionia, Lydia and Mysia Region in late periods has been determined. In addition to the iconography, the transverse rectangular stele type that proves local production, the use of figures that cover a large part of the decoration area, and the frequent repetition of the female types popular in the 4th century BC, Ephesos provides important information about the Ionian region grave stele tradition, which is known to be lacking in the current literature

Cüneyt ÖZ
Cedrus X (2022) 113-138. DOI: 10.13113/CEDRUS.202206

Geliş Tarihi: 27.12.2021 | Kabul Tarihi: 03.02.2022

Öz & Abstract

Myra’nın görkemli yapılarından birisi olan tiyatroda 2011 yılında yapılan kazı çalışmalarında ele geçen otuz beş adet kalıp yapımı kabartmalı kâse parçası bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu kâseler, bindirme yapraklı, bitkisel bezeli, çiçek/rozet bezeli, uzun taç yapraklı (petalli), çam kozalağı taklidi kâseler ve diğer örnekler olmak üzere altı farklı grupta değerlendirilmiştir. Myra kalıp yapımı kabartmalı kâseleri, analoji yoluyla yapılan karşılaştırmalar neticesinde, MÖ II. yüzyılın ikinci yarısı ile I. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmiştir. Kâseler üzerinde ion kymationu, gioş, çiçek/rozet, saç örgüsü?, akanthus yaprağı, çam kozalağı, farklı yaprak çeşitleri (uzun taç yapraklar, eğrelti otları vb.), inci dizisi, nokta dizileri ve dalga motifi gibi oldukça farklı bezeme türleri görülmektedir. Myra tiyatrosunda bulunan bu kâselerin Attika ve Delos tipini etkisinde bırakmış, Batı Anadolu atölyelerinden Ephesos üretimi oldukları düşünülmektedir. İncelenen kâselerin kil ve astar özellikleri Ephesos örnekleriyle benzerlik göstermektedir. Bu benzerlik dışında, Myra’daki kâselerden birinin madalyon kısmındaki Ephesos’ta faaliyet gösteren Philon atölyesine ait imza, Myra örneklerinin Ephesos kökenli olduklarını kanıtlar niteliktedir.

This study examines thirty-five mold-made relief bowl fragments found during the 2011 excavations in the theater, one of the magnificent structures of Myra. These bowls were examined in six different groups as bowls with imbricate leaves, vegetal decorations, flower/rosette decorations, long petals, pine-cone imitation, and other samples. Myra mold-made relief bowls were dated to the second half of the IInd century BC and the first half of the Ist century BC. The bowls have quite different types of decorations such as ionic kymation, guilloche, flower/rosette, braid?, acanthus leaf, pine-cone, different types of leaves (long petals, ferns, etc.), strings of pearls, strings of dots, and wave patterns. It is thought that the bowls found in the Myra theater were produced in Western Anatolian workshops in Ephesos, which influenced the Attica and Delos type. The clay and slip properties of these bowls are similar to those of the Ephesian samples. Apart from this similarity, on the medallion part of one of the bowls found in Myra, the signature of the Philon workshop operating in Ephesos proves that the origin of the Myra samples is Ephesus.

Emine GÖKÇE & Claire BARAT
Cedrus X (2022) 139-164. DOI: 10.13113/CEDRUS.202107

Geliş Tarihi: 27.05.2022 | Kabul Tarihi: 21.06.2022

Öz & Abstract

Porsuk-Zeyve Höyük’te uzun süredir devam eden kazılarda Hellenistik tabakadan boya bezemeli seramikler ele geçmiştir. Bu seramiklerin yüzeyi çeşitli motiflerle bezenmiştir. Bu çalışmada, Porsuk-Zeyve Höyük Demir Çağı kapları üzerinde rastlanan ve Hellenistik Dönem’de de kullanılmaya devam eden bant/spiral, benek ve kuş bezemeli seramikler üzerinde durulmuştur. Porsuk-Zeyve Höyük’te 2011 yılında Şantiye II alanında H07 plan karesinde, buluntular ve C14 yöntemi ile Hellenistik Dönem’e tarihlenen, seramik fırını tespit edilmiştir. Seramik fırınının Geç Demir Çağı tabakası üzerine inşa edilmesinden dolayı Hellenistik Dönem’in erken evresinden itibaren kullanılmaya başlandığı ve buluntular yardımıyla kullanımının MÖ 2. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Boya bezemeli seramiklerin bu fırında üretildiği düşünülmektedir. Porsuk-Zeyve Höyük yerel üretim seramikleri bu çalışmayla tanıtılmış ve Orta Anadolu seramiği ile ilişkisi irdelenmiştir.

During the long-lasting excavations at Porsuk-Zeyve Höyük paint decorated vessels were found in the Hellenistic layer. The surfaces of these vessels are decorated with various motifs. In this study, Hellenistic vessels with band/spiral, dot and bird decoration motifs, which are also seen on the Iron Age vessels from Porsuk-Zeyve Höyük and were still use in the Hellenistic Period, are discussed. A ceramic furnace was found in the plan square H07 in the Chantier II area in Porsuk-Zeyve Höyük in 2011. This furnace was dated to the Hellenistic Period using finds and the C14 method. Since the ceramic furnace was built on the Late Iron Age layer, it started to be used in the early phase of the Hellenistic Period. It is understood from the finds that the use of the furnace continued until the IInd century BC. It is thought that the paint decorated vessels were produced in this furnace. The locally produced vessels of Porsuk-Zeyve Höyük were introduced with this study and their relation with Central Anatolian ceramics was examined.

Murat KARASALİHOĞLU
Cedrus X (2022) 165-190. DOI: 10.13113/CEDRUS.202208

Geliş Tarihi: 22.09.2021 | Kabul Tarihi: 09.02.2022

Öz & Abstract

Paphlagonia Bölgesi’nde antikçağda en yaygın inanış Zeus Kültü olup epigrafik belgelere göre toponim kaynaklı yerel tanrı inanışlarının ağırlığı görülür. Tanrı, iklimsel olaylardan sorumlu, gökyüzünden toprağa ulaşan bereketin sağlayıcısı ve yaşamın koruyucusudur. Tanrı, bölgenin coğrafi şartlarına bağlı olarak aynı zamanda dağ tanrısı kimliğine sahiptir. Külte ilişkin bölgeden arkeolojik, nümismatik ve epigrafik veriler bilinmekle birlikte, bu veriler içinde tanrıya adandığını bazılarının yazıtlarından bildiğimiz 19 adet taş boğa adak farklı bir önem arz eder. Taş boğa adaklar ikonografik olarak küçük farklılıklara sahip olsalar da bir bütünlük taşırlar ancak buna karşın geniş zaman aralığına (MÖ V – MS II. yüzyıl) yerleştirilirler. Taş boğa adaklar için farklı zaman dilimleri ve kültürlere göre yapılan stil-kritik karşılaştırmasıyla yapılan değerlendirmede eserlerin bir adak olmasına karşın tanrının kendisini de temsil ettiği sonucu çıkmaktadır. Taş boğa adakların dinsel içeriği ile ikonografilerindeki bazı detaylar Tunç Çağı’ndan itibaren gelen ve daha sonra Zeus ile synkretik bütünleşmeye giren Fırtına Tanrısı Kültü’nün devamlılığını gösterir. Bu noktada taş boğa adakların erken dönemlerden gelen köklü bir mirasın temsilcileri olduğu düşünülür. Bunun nedeni ise bölgenin coğrafi şartlarından dolayı yalıtılmış olarak kalması ve kültürel etkileşimin daha az olması gibi unsurlarla inanışların muhafazakâr bir şekilde korunmuş olduğudur. Bu koşullarda Paphlagonia taş boğa adaklarının Tunç Çağı’ndan gelen yerel fırtına tanrılarıyla Zeus inancı arasında synkretik anlamda bağ kurulan zoomorfik geç dönem yansımaları olduğu söylenebilir.

In the Paphlagonia Region, the most common belief in antiquity was in the Cult of Zeus, and according to epigraphic documents, the weight of belief in the local gods originating from the toponym is found. God, responsible for climatic events, was understood to be the provider of the fertility reaching the earth from the sky and the protector of life. Depending on the geographical conditions of the region, the god also has the identity of a mountain god. Although archaeological, numismatic and epigraphic data are known from the region regarding the cult, 19 stone bull offerings, some of which we know from inscriptions, are of different importance. Although the stone bull offerings have minor differences iconographically, they are united, but they are spread over a wide period of time (V. B.C. – II. century A.D.). In the evaluation made with style-critical comparison made according to different time periods and cultures for stone bull offerings, it is concluded that although the artifacts are votives, they also represent the god himself. The religious content of the tone bull offerings and some details of their iconography show continuity with the Storm God Cult, of the Bronze Age and later entered into syncretistic integration with the God Zeus. At this point, it is thought that the stone bull offerings are representative of a deep-rooted heritage dating from early times. The reason for this is that the beliefs are conservatively preserved due to factors such as the region being isolated due to geographical conditions and having less cultural interaction. In these circumstances, it can be said that the Paphlagonia stone bull offerings are the zoomorphic reflections of a late period, which exhibit a syncretistic connection between the local storm gods of the Bronze Age and the belief in Zeus.

Adem YURTSEVER & Bilge YILMAZ KOLANCI
Cedrus X (2022) 191-210. DOI: 10.13113/CEDRUS.202209

Geliş Tarihi: 18.01.2022 | Kabul Tarihi: 17.02.2022

Öz & Abstract

Bu çalışmada Denizli ili, Sarayköy ilçesi, Hisar Mahallesi sınırlarında yer alan Attouda antik kentinde ilk kez 2021 yılında gerçekleştirilen yüzey araştırmaları sırasında tespit edilen 11 adet Dor sütun başlığı ele alınmıştır. Dor başlıklarının birçoğu, Attouda antik kentinin üzerine kurulan Hisar Köyü’ne ait konutların bahçelerinde duvar sınırlayıcısı veya merdiven basamağı gibi farklı amaçlarla devşirme olarak kullanım görmüştür. Bununla birlikte çalışmanın konusu olan bu başlıklar farklı alanlarda dağıtılmış şekilde belgelenmiştir. Bu da blokların ikincil kullanıma bağlı olarak zaman içinde bulundukları yerden taşındığını, farklı alanlara dağıtıldığını göstermektedir. Tespit edilen Dor başlıklarından ikisi daha önceki bazı bilimsel çalışmalarda incelenmiş, diğer bloklar ise ilk kez bu çalışmada değerlendirilmiştir. Antik kentin Dor başlıklarının bütüncül olarak ilk kez ele alındığı bu çalışmada, Attouda antik kentinin Geç Hellenistik – Erken Roma İmparatorluk Dönemi’nde sahip olduğu mimari gelenek, üslup ve etkileşimin yönü üzerinde yeni tespitler yapılmıştır. Dor başlıkları ile ilgili bu yeni tespitler antik kentin mimari geleneğinin anlaşılabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Çünkü antik kente ait yapıların büyük bir bölümü 1. Derece Arkeolojik Sit ve Kentsel Arkeolojik Sit Alanı olarak ilan edilen ve 143 adedi tescil edilen Hisar Köyü’ne ait konutların altında kalmıştır. Bu nedenle kentte tespit edilen mimari yapılara ait malzemeler, Attouda’nın antik dönem yapılaşması hakkında önemli bilgiler sağlayacak olmakla birlikte ilk kez tanıtılan bloklar malzemenin özgün değerini de göz önüne sermektedir.

In this study, 11 Doric column capitals found in the ancient city of Attouda, located in the Hisar District of Sarayköy district of Denizli province, were discussed. The aforementioned Doric capitals were discovered for the first time during the surveys carried out in 2021. Most of these identified Doric capitals have been used as spolia, such as wall limiters and stair steps in the gardens of the houses belonging to the Hisar Village, built in the ancient city of Attouda. This situation shows that blocks were moved from their original places depending on the secondary use and distributed to different areas. Two of the Doric capitals have been examined in some previous scientific studies, and it is aimed to bring the other blocks to the literature for the first time with this work. In this study, in which the Doric capitals of the ancient city were handled holistically for the first time, new determinations were made on the architectural tradition, style, and direction of interaction that the ancient city of Attouda had during the Late Hellenistic–Early Roman Imperial Period. These new determinations about Doric capitals are essential in understanding the architectural tradition of the ancient city. Because most of the buildings belonging to the ancient city remained under the residences of Hisar Village, which was declared as a 1st Degree Archaeological Site and Urban Archaeological Site, and 143 of which were registered. For this reason, the materials belonging to the architectural structures found in the city will provide important information about the ancient construction of Attouda. The capitals introduced here for the first time reveal the value of the material.

Mevlüt ELİÜŞÜK & Fatma BAĞDATLI ÇAM
Cedrus X (2022) 211-228. DOI: 10.13113/CEDRUS.202210

Geliş Tarihi: 07.12.2021 | Kabul Tarihi: 10.03.2022

Öz & Abstract

Magnesia Güney Stoasında yapılan kazı çalışmalarında bulunan mermer bir kadın başının, manto kumaşına dair kat izlerinden yol çıkarak mantolu kadın heykeline ait bir baş olarak planlandığı ve yapıldığı, daha sonraki dönemde işlenerek yeniden işlevlendirildiği anlaşılmaktadır. Magnesia başının yüz özellikleri portreden ziyade, ideal bir tipoloji sergilemektedir. Eser tipolojik ve stilistik özellikleriyle,Hellenistik Dönemde Magnesia’nın bulunduğu ilişkili olduğu yerleşimlerden örneklerle iki farklı yönden ele alınmıştır. Magnesia Başı MÖ 2.yüzyıl ortalarından itibaren Ege Adaları ve Batı Anadolu’da yaygınlaşan Mantolu Kadın Portre Heykelleri geleneğinde, Magnesia Agorasında adak ya da onurlandırma heykeli olarak MÖ 2.yüzyıl sonları ya da MÖ.1.yüzyıl başlarında dikilmiş, mantosunu başına çekmiş bir kadın heykeliydi. Daha sonra baş yeniden işlenerek Magnesia’daki Saufeia, Baebia ve diğer örneklerde olduğu gibi önden görülmek üzere pudicitia pozunda mantolu bir kadın heykel gövdesinde mantonun içine yerleştirilmiş olmalıdır. Yeniden işlenme ve kullanılması için en uygun tarih olarak Erken İmparatorluk Dönemi önerilebilir. Stilistik değerlendirme sonucunda ulaşılan Erken İmparatorluk Dönemi, eserin bulunduğu Güney Stoa’da ilişkili olduğu düşünülen yapıların mimari özellikleriyle de desteklenmektedir.

It is understood that a marble of a female head found during excavations in the South Stoa of the Sanctuary of Magnesia Artemis was planned and shaped as a head of a female statue in a mantle, with traces of the mantle fabric preserved on its upper and lateral parts, and it was then reworked. The facial features of the Magnesia head show an ideal typology rather than a portrait. The typological and stylistic features of the work were compared in detail with examples from the Hellenistic Period found in the geography of Magnesia and the settlements associated with it in two different ways. The Head of Magnesia is a part of the Portrait Sculpture tradition of the Woman in Mantle, which became widespread in the Aegean Islands and Western Anatolia from the middle of the IInd century B.C., and was erected in the Agora of Magnesia as a votive or honoring statue at the end of the IInd century B.C. or the beginning of the Ist century B.C. It was a statue of a veiled woman. Later, the head should have been reworked and placed inside the mantle on the body of a female statue in pudicitia pose, to be seen from the front, as in Saufeia, Baebia and other examples in Magnesia. The Early Imperial Period, reached as a result of the stylistic evaluation, is also supported by the architectural features of the buildings thought to be related in the South Stoa, where the work was located.

Lykia Tiyatrolarında Rezerv Oturma Alanlarının Sosyal Statü ile İlişkisi: Prohedria, Bisellium, Pulvinar, Tribunalia, Locus, Sella Curilis
The Relationship of Reserve Seating Areas and Social Status in Lykia Theaters: Prohedria, Bisellium, Pulvinar, Tribunalia, Locus, Sella Curilis

Banu ÖZDİLEK
Cedrus X (2022) 229-258. DOI: 10.13113/CEDRUS.202211

Geliş Tarihi: 04.06.2022 | Kabul Tarihi: 23.06.2022

Öz & Abstract

Antik dönem tiyatro kültürünün doğuşu ve mimari gelişimine bakıldıktan sonra Lykia Bölgesi’ndeki tiyatro mimarisinin genel durumu tanıtılmıştır. Antik dönem tiyatrolarındaki prohedria, bisellium, pulvinar, locus, tribunalia kavramları açıklanarak örneklerle sunulmuştur. Lykia tiyatrolarındaki ayrıcalıklı oturma alanlarının dönemsel olarak değişen tiyatro oyunlarıyla tiyatro mimarisindeki konumları, işçilikleri, üzerindeki yazıtların taşıdıkları anlamlar kentteki ve bölgedeki sosyal statüler açısından incelenmiştir. Koltukların dönemsel değişen tiyatro gölgelik sistemleriyle ilişkileri değerlendirilmiştir. Bu çalışmada Lykia tiyatroları ve Rhodiapolis Tiyatrosu’ndan yansıyan sosyal statüler hakkındaki görüşler ayrıcalıklı oturma alanlarının değerlendirilmesiyle sunulmuş, bu sayede de din-müzik-eğlence-edebiyat-politika-propaganda-politika günlük hayat kavramları çerçevesinde şekillenen antik dönem tiyatro kültürü ve mimarisine bir projeksiyon yansıtılmıştır. Abstract: After looking at the birth and architectural development of the ancient theater culture, the general situation of the theater architecture in the Lycian Region has been introduced. The concepts of prohedria, bicellium, pulvinar, locus, tribinalia in ancient theaters are explained and presented with examples. The position of the privileged seating areas in the theater architecture, their workmanship and the meanings of the inscriptions on the theater with periodically changing theater plays in the Lycian theaters have been examined in terms of social status in the city and the region. The relationship of the seats with the periodically changing theater canopy systems has been evaluated. In this study, the views about the social status reflected from the Lycian theaters and the Rhodiapolis Theater are presented by evaluating the privileged seating areas, and in this way, a projection is reflected on the ancient theater culture and architecture shaped within the framework of the concepts of belief and power.

After looking at the birth and architectural development of ancient theater culture, the general situation of the theater architecture in the Lycian Region is introduced. The concepts of prohedria, bicellium, pulvinar, locus, tribinalia in ancient theaters are explained and presented with examples. The position of the privileged seating areas in theater architecture, their workmanship and the meanings of the inscriptions on the theater with periodically changing theater plays in Lycian theaters are examined in terms of social status within the city and the region. The relationship of the seats with the periodically changing theater canopy systems has been evaluated. In this study, views concerning social status reflected in Lycian theaters and the Rhodiapolis Theater are presented through evaluating the privileged seating areas, and in this way, a projection is reflected on the ancient theater culture and architecture, fashioned within the framework of the concepts of belief and power.

Nihal DURNAGÖLÜ
Cedrus X (2022) 259-271. DOI: 10.13113/CEDRUS.202212

Geliş Tarihi: 01.03.2022 | Kabul Tarihi: 09.03.2022

Öz & Abstract

Muğla ili, Yatağan ilçesi, Yeşilbağcılar mahallesi, Bozukbağ mevkisinde, 1969 yılında Prof. Dr. Yusuf Boysal başkanlığında arkeolojik kazılar yapılmış, Geç Geometrik, Geç Klasik ve Roma dönemlerine ait mezarların bulunduğu alanın çevresinde Muğla Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan çalışmalarda ise temel seviyesinde tam planı mevcut olmayan bir yapı kalıntısı açığa çıkartılmıştır. Bu yapı kalıntısının köşesine yakın bir konumda, taban üstü seviyede bir Asklepios heykelciği ele geçmiştir. Yılanlı asa ile birlikte tasvir edilen heykelcik, Eleusis tipine aittir. Stratonikeia heykeltıraşlık eserleri içerisinde biri gymnasion buluntusu, diğeri ise buluntu yeri belli olmayan iki adet Asklepios torsosunun varlığı bilinmesine rağmen Stratonikeia koroplastik sanatı içerisinde Asklepios figürini ele geçmemiştir. Bu nedenle Bozukbağ Asklepios Heykelciği ve konteksti, Stratonikeia ve çevresindeki Asklepios kültünün varlığını gösteren tam bir eser ve kazı buluntusu olması nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Bu çalışmanın konusunu oluşturan, Roma Dönemi kopyası Asklepios heykelciği buluntu yeri ve stil özelliklerine göre MS II. yüzyılın ikinci yarısı-III. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmiştir.

In 1969, during archaeological excavations under the direction of Prof. Dr. Yusuf Boysal in Bozukbağ within the borders of Yeşilbağcılar neighborhood of the Yatağan district of Muğla province around the area where the tombs belonging to the Late Geometric, Late Classical and Roman periods were found, the remains of a building that did not have a full plan at foundation level were unearthed during the studies conducted by the directorate of the Muğla Museum. An Asclepius figurine was found at the upper level near the corner of the remains of this building. The figurine belongs to the Eleusis type and is depicted with a serpent staff. Although the existence of two Asclepius torsos, one of which is a Gymnasion find and the other of which, the findspot is unknown, among Stratonikeia sculptural works, the Asclepius figurine was not found in the Stratonikeia choroplastic art. Therefore, the Bozukbağ Asklepios sculpture and its context obtain a special importance as it is a complete artifact and an excavated find that shows the existence of the Asklepios cult at Stratonikeia and in its surroundings. According to the find location and style characteristics, the Roman period copy of the Asklepios statuette, which is the subject of this study, has been dated to between the half of the II. century A.D. and the first half of the III. century A.D.

İlkay GÖÇMEN
Cedrus X (2022) 273-287. DOI: 10.13113/CEDRUS.202213

Geliş Tarihi: 18.02.2022 | Kabul Tarihi: 25.03.2022

Öz & Abstract

One of the most important settlements of Cilicia, which is an important connection point between East and West, is Adana. The international road route, which reaches Tarsus and then Adana via Gülek, turns east from here. Located on this route, Taşköprü (= Stone Bridge) provides a connection over the Sarus river. Although the arches of the bridge, which consists of twenty-one spans together with the discharging arches, vary in form, the architectural style generally exhibits Roman features. The bridge, which is known to have been repaired many times after the first construction, contains arches from different periods as well as early period remains. Although it is generally accepted that its construction was carried out in the Roman Period, it is controversial when exactly it should be dated to and which Imperial period. Some researchers associate the bridge with the historical context and date it to the Hadrianic Period. On the other hand, a group of researchers think that the bridge was built in the IVth century A.D., based on the name of the Architect Auxentios mentioned in the inscription. The aim of the study is to make a new proposal about when Taşköprü was built. Considering the importance of the road it connects and the political process, it turns out that both dates suggested for the structure are too late. In addition, the discharging arches on the bridge piers allow for a more accurate dating of the structure. In short, considering the architectural features and the political process, it becomes possible to determine the construction date of the bridge and to make a new proposal.

Doğu ve Batı arasında önemli bir bağlantı noktası olan Cilicia’nın en önemli yerleşimlerinden biri de Adana’dır. Gülek üzerinden Tarsus’a ve ardından Adana’ya ulaşan uluslararası güzergâh, buradan doğuya yönelmektedir. Bu güzergâh üzerinde konumlanan Taşköprü, Sarus Nehri üzerinden bağlantı sağlamaktadır. Hafifletme kemerleri ile birlikte yirmi bir açıklıktan oluşan köprünün kemerleri form bakımından çeşitlilik gösterse de mimari üslubu, genel olarak Roma özellikleri sergilemektedir. İlk inşanın ardından birçok kez onarıldığı bilinen köprü, farklı dönemlere ait kemer uygulamaları ile birlikte erken döneme ait kalıntılar da barındırmaktadır. Genel olarak inşasının Roma Dönemi’nde gerçekleştirildiği kabul edilse de tam olarak ne zaman ve hangi imparator dönemine tarihlenmesi gerektiği hususu tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar; köprüyü tarihsel süreçle ilişkilendirerek Hadrianus dönemine tarihlemektedirler. Buna karşın bir grup araştırmacı, köprüye ait bir yazıtta geçen Mimar Auksentios isminden hareketle köprünün MS IV. yüzyılda inşa edildiğini düşünmektedir. Çalışmanın amacı Taşköprü’nün ne zaman inşa edildiğine yönelik yeni bir öneride bulunmaktır. Bağladığı yolun önemi ve politik süreç dikkate alındığında, yapı için önerilen her iki tarihin de geç olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca köprü ayakları üzerindeki hafifletme kemerleri yapının daha isabetli tarihlenmesine olanak sağlamaktadır. Kısacası mimari özellikler ve politik süreç dikkate alınarak köprünün inşa tarihine yönelik saptama yapmak ve yeni bir öneride bulunmak mümkün hâle gelmektedir.

Berna KAVAZ KINDIĞILI
Cedrus X (2022) 289-300. DOI: 10.13113/CEDRUS.202214

Geliş Tarihi: 15.11.2021 | Kabul Tarihi: 01.02.2022

Öz & Abstract

Marmara Denizi’nin güneyinde, Erdek’e en yakın ada olan Zeytinliada’da 2007-2016 yılları arasında gerçekleştirilen arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan bulgular, adayla aynı adla kayıtlara geçen Zeytinliada Manastırı’nın tarihinin IV. yüzyıla kadar indiğini ve 14. yüzyıla kadar da çeşitli ilave ve değişikliklerle kullanıldığını göstermektedir. Manastırın en dikkat çeken birimleri olan kilise ve vaftizhane bu çalışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Kilisenin sekizgen planlı vaftizhanesinde içten ve dıştan dört yapraklı yonca planlı, yetişkinlere yönelik yapıldığı düşünülen bir vaftiz havuzu yer almaktadır. Adada bulunan Büyük Ayazma suyunun kan, mide, bağırsak cilt, sinir ve enfeksiyon hastalıklarına, Küçük Ayazma suyunun deri ve göz hastalıklarının tedavisine iyi geldiği ifade edilir. Zeytinliada Manastırı’nın üç nefli bazilikal plandaki kilisesinin güney yönündeki “Mermer Kapı”nın sağ tarafında “Tryphon’un yazgısı kazandı” anlamına gelen “NIKAHTYX(H) TPYΦWNOΣ” bir yazıt yer almaktadır. Hristiyanlar, Tryphonos’un küçük yaşlarından itibaren hastaları iyileştirdiğine, şeytani güçleri uzaklaştırdığına, köyünde ekinlere saldıran çekirgeleri duanın gücüyle uzaklaştırarak halkını kıtlıktan kurtardığına inanmaktadırlar. Zeytinliada’da ortaya çıkarılan mimari eserler arasında yer alan vaftizhane, vaftiz havuzu, ayazmalar; şifalı su kaynakları ile Aziz Tryphonos’un adının geçtiği bir yazıt ve aynı azize ait bir grafitinin varlığı, Hristiyanlıkta kökleri antik Roma’ya kadar indirilen su kültünün azizlerle ilişkilendirilmesinin adadaki yansımasıdır.

The findings unearthed during archaeological excavations carried out between 2007-2016 in Zeytinliada, which is the closest island to Erdek, in the south of the Sea of Marmara indicate that the history of the Zeytinliada Monastery, which was recorded with the same name as the island, dates back to the IVth century and was used with additions and changes until the 14th century. The most remarkable units of the monastery, church and the baptistery, also form the focus of this study. In the baptistery with an octagonal plan of the church, there is a baptismal pool having a four-leaf clover shape from inside and out, which is thought to have been built for adults. It was stated that the water of the Great Ayazma on the island is good for blood, stomach, intestine, skin, nerve and infectious diseases, and the water of the Little Ayazma is good for the treatment of skin and eye diseases. There is an inscription “NIKAHTYX(H) TPYΦWNOΣ” meaning “Tryphon’s fate won”, on the right side of the “Marble Gate” in the south direction of the three-naved basilical planned church of the Zeytinliada Monastery located in the northeast of the island. Christians believe that Tryphonos healed the sick from an early age, warded off evil forces, and saved his people from famine by removing through the power of prayer the grasshoppers/locusts that attacked the crops in his village. The existence of the architectural works unearthed in Zeytinliada such as baptistery, baptismal pool, holy springs, healing water sources, as well as an inscription mentioning the name of St. Tryphonos and a graffito belonging to the same saint is the reflection on the island of the association of the water cult, whose roots in Christianity are traced back to ancient Rome, with the saints

Bahattin BAYRAM
Cedrus X (2022) 301-312. DOI: 10.13113/CEDRUS.202215

Geliş Tarihi: 08.02.2022 | Kabul Tarihi: 01.04.2022

Öz & Abstract

Lykia’da Hristiyanlığın kökenleri ve gelişimi üzerine çalışmalar, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, farklı disiplinlerden bilim insanlarının yürüttüğü araştırmalar neticesinde, üç yüz yıllık bir kronolojik sınır içerisine değerlendirilmiş fakat Hristiyanlığın hangi unsurlar aracılığıyla, nasıl kabul edildiğine ilişkin bütüncül bir yaklaşım ortaya konulmamıştır. Bu sebeple I. ila IV. yüzyıllar arasına odaklanan bu çalışmanın amacı modern, antik ve arkeolojik kaynakları eleştirel bir perspektifte değerlendirerek, konunun kaynaklarını tanımaktır. İkinci olarak mevcut Lykia araştırmaları kapsamında literatürde bir boşluk olarak gözüken Lykia’da Hristiyanlığın nasıl geliştiğini ve bu doğal süreçte hangi unsurların kullanıldığını sözü edilen kaynaklar ışığında ortaya koymaktır

The studies on the origins of Christianity and the development in the Lycia have been evaluated by scholars coming from different backgrounds in the three centuries’ chronological borders, but an integrative approach to how Christianity was adopted and through which elements, have not been put forward. In this way, the first aim of this study that focuses on between the first and the third centuries is to identify the question’s sources by evaluating the modern, the ancient and the archaeological sources from a critical perspective. Considering the given sources, the second aim of the paper is to answer how Christianity developed in the Lycia and which elements were employed in this natural process, which seems to have been a gap in the Lycian studies presented.

Habibe UĞUZ
Cedrus X (2022) 313-322. DOI: 10.13113/CEDRUS.202216

Geliş Tarihi: 10.03.2022 | Kabul Tarihi: 10.05.2022

Öz & Abstract

Glass finds constitute one of the largest groups among the small finds, with 16.481 piece of glass of different forms and techniques for all kinds of uses, and 780 pieces from glass production, which were unearthed during the excavations in the ancient city of Pisidian Antioch. In addition to these finds, the presence of a glass furnace showing the existence of glass production in the Eastern Roman Imperial Period layers of the city and three further areas with evidence of glass production were identified. Other than glass works, it was documented from the finds unearthed in the city in previous studies that there was the local production of ceramic, stone-working, marble-working, the production of oil lamps and metal-working also existed. In this study, the data on glass production mentioned above were brought together and it was shown with archaeological data that glass production was undertaken in Antioch in the Eastern Roman Imperial Period. Although to date, no production area from the Hellenistic or Roman Republican Periods has been identified in the city, the fact that amorphous and production waste belonging to these periods was found, and the artifacts and kilns that are the subject of this article show glass production also existed in earlier periods. With its large territorium, the city became the centre of pilgrimage for Pisidia and surrounding regions, first with the Temple and Sanctuary of the Moon God Men and later for Christianity. The data supporting a local tradition of production dating from not only to the Eastern Roman Imperial Period but also to earlier periods has been shown

Pisidia Antiokheia Antik Kenti’nde yapılan kazı çalışmaları ile açığa çıkartılmış olan, farklı form ve tekniklerde, her türlü kullanıma yönelik 16.481 tane cam parçası ve cam üretimine yönelik 780 parça ile küçük buluntular içerisinde en yoğun gruplardan birisini cam buluntular oluşturmaktadır. Bu buluntuların yanı sıra kentin Doğu Roma İmparatorluk Dönemi katmanlarında cam üretiminin yapıldığını gösteren bir cam fırını ve cam üretiminin yapılmış olduğunu belgeleyen diğer üç alanın varlığı tespit edilmiştir. Cam eserler dışında; kentte açığa çıkarılan buluntulardan seramik, taş, mermer, kandil ve metal gibi materyallerden de yerel üretimin yapılmış olduğu daha önceki çalışmalarda belgelenmişti. Bu çalışmayla yukarıda belirtilen cam üretimine yönelik veriler bir araya getirilerek Antiokheia’da Doğu Roma İmparatorluk Dönemi’nde cam üretiminin yapılmış olduğu arkeolojik verilerle ortaya konmuştur. Şimdilik, kentte Helenistik Dönem ve Roma Dönemi’ne ait cam üretiminin yapılmış olduğunu gösteren bir alan tespit edilememesine karşın özellikle bu dönemlere ait amorf ve hatalı formların ele geçmiş olması ve de makaleye konu olan eserler ile fırınlar, erken dönemlerde de üretimin yapıldığına ışık tutmaktadır. Ayrıca geniş bir territorium’a sahip olan kentin, Ay Tanrısı Men’in tapınağı ve kutsal alanıyla Pisidia’nın ve komşu bölgelerin hac merkezi, sonrasında da Hristiyanlığın hac merkezlerinden birisine dönüşmüş olması, kentte sadece Doğu Roma İmparatorluk Dönemi’nde değil, daha önceki yıllara dayanan yerel bir üretim geleneğini destekleyen veriler ortaya konmuştur

Asil Yaman
Cedrus X (2022) 323-331. DOI: 10.13113/CEDRUS.202217

Geliş Tarihi: 14.02.2022 | Kabul Tarihi: 28.03.2022

Öz & Abstract

Recent archaeological excavations carried out between 2004-2013 in the eastern Lycian city of Arycanda in S.W. Turkey, have exposed a late antique quarter that includes several well-dated deposits in several buildings such as Bathhouse, a Peristyle House and related spaces. These ceramic deposits yielded significant fine red slipped and coarse wares from the late antique period. A table amphora form named AF1 from Arycanda has morphologically unique specifications according to its clay specifications. The ceramic data from the deposits at Arycanda have been shown that AF1 was in heavy use in the Vth century A.D. According to technical observations on the fired clays of the Arycanda examples indicated here, eastern Lycian workshops might have produced these vessels. Analogical comparisons of morphologies and clays suggest that this form spread out to other parts of Lycia and the surrounding regions in Late Antiquity. Similar examples from Paphos indicate that AF1 was also possibly exported to Western Cyprus. This paper aims to present and discuss some thoughts on morphological specifications, chronology, possible production sites, and distributions of AF1

Doğu Lykia’da Arykandos vadisi üzerinde yer alan Arykanda’da son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda, kentin güneydoğu alt yamaçlarında Geç Antik Çağ’a tarihlendirilen ve içerisinde Hamam, Peristil Ev ve ilişkili mekânların yer aldığı geniş bir kompleksten müteşekkil bir mahalle ortaya çıkarılmıştır. Mahallede tespit edilen tarihlenebilir depozitlerde, Geç Antik Çağ’a ait diğer arkeolojik materyallerle beraber, farklı nitelik ve amaçlarla kullanılmış kaliteli ve kaba seramikler ele geçmiştir. Bu seramikler arasında Arykanda Form 1 (AF1) olarak adlandırılan bir masa amphorası formu morfolojik ve hamur özellikleri bakımlarından özgün bir nitelik taşımaktadır. Arykanda depozit verilerinden hareketle, formun MS V. yüzyıl boyunca yoğun olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Analojik araştırmalar ve gözlemler Doğu Lykia atölyelerinde üretilmiş olması muhtemel formun Lykia’da diğer kentlere de dağıtıldığını ortaya koymuştur. Kıbrıs’ta tespit edilen benzer örnekler AF1’lerin yerel bir ürünü Lykia dışına da taşıdığına işaret etmektedir. Bu çalışmada AF1’lerin yapısal özellikleri, tarihlendirmeleri, üretim ve dağılımlarına yönelik bazı düşünce ve değerlendirmeler yer almaktadır.

Sevgi BADUR
Cedrus X (2022) 333-345. DOI: 10.13113/CEDRUS.202218

Geliş Tarihi: 14.03.2022 | Kabul Tarihi: 16.05.2022

Öz & Abstract

Bu makalenin konusu, Gassânîlerin en meşhur hükümdarı Hâris b. Cebele’nin, imparator Iustinianus’un iktidarının başlarında ve sonlarındaki iki Konstantinopolis ziyaretini incelemektir. Kaynaklara göre resmî davetle Doğu Roma başkentine gelen Hâris, büyük bir törenle karşılandı ve ilk ziyaretinde Iustinianus ona “büyük emir” anlamına gelen phylarkhos unvanını verdi. Hâris’in ikinci Konstantinopolis ziyareti 563 yılında gerçekleşti. Bu ziyaretlerin en önemli sonuçlarından birisi, Kadıköy itikadı yanlısı Diofizit olan Iustinianus’a mukabil, Kadıköy itikadı karşıtı miafizit bir Hristiyan olan Hâris’in, Doğu Roma ile aralarındaki siyasi-askerî ilişkilerdeki olumlu havadan faydalanarak Yakub el-Berdaî’nin Urfa’ya dinî lider olarak atanmasını sağlamış olmasıdır. Ziyaretin ve unvanın gerisinde kuşkusuz Hâris’in Suriye’deki Doğu Roma-Sâsânî çatışmalarında, yine Roma müttefiki olarak hareket etmesi vardı

The purpose of this article is to examine Harith ibn Jabala’s two visits to Constantinople, the most famous ruler of the Ghassanids, at the beginning and end of the reign of emperor Justinian. According to sources, Harith who came to the Eastern Roman capital with an official invitation was greeted with a large ceremony and on his first visit, Justinian gave him the title of phylarkhos, which means “head of a tribe or local potentate”. His second visit to Constantinople took place in 563. One of the most important results of these visits was, in contrast to sharp religious differences between Justinian and Harith, the appointment of the famous Monophysite leader Jacob Baradaeus as the bishop of Edessa by a diophysite pro-Chalcedon Eastern Roman emperor. This was no doubt a result of the positive atmosphere in the political-military relations between the Ghassanids and the East Rome in the face of the Sasanid threat from the east. Therefore this appointment was not without reason, because the main motivation behind Harith’s visit and his new title was to strengthen the alliance between the Eastern Roman and the Ghassanids against the disturbingly growing power of the Sassanids in Syria.

Serkan KILIÇ
Cedrus X (2022) 347-355. DOI: 10.13113/CEDRUS.202219

Geliş Tarihi: 25.05.2022 | Kabul Tarihi: 06.06.2022

Öz & Abstract

Before their conversion, the Turks of Central Asia, mainly because of their interactions with those who lived around them, followed the religious practices of Tengrism, Shamanism, Animism, Buddhism, Manichaeism, Zoroastrianism, Christianity, and Judaism. Among various religious differences, these groups had a variety of burial practices. Towards the end of the XIth century, with their evolving religious beliefs and acceptance of Islam, Turks who came to Anatolia erected tombstones showing their spiritual and practical ideas. It is known that during the reigns of Mehmed the Conqueror and Bayezid II, tribes living in Karaman were scattered all around Teke, where the herding Yoruks could transfer their knowledge and practices of arts and crafts to the following generations, among which tombstone carving and ornamenting is of importance. In this study, the tombstones in the Burial ground of Gebiz Yıkık Mosque in Serik, Antalya, are investigated following a surface exploration at the end of which a total number of 101 tombstones were recorded. Most of these tombstones were fashioned as examples of the frame type, characterised by erecting blocks of stones on the surface. This study concludes that the use of various geometric designs on these tombstones suggests that these tombstones followed the material traditions of Yoruks.

Orta Asya Türk toplumları, yaşadıkları coğrafi bölge ve kültürel etkileşim nedeniyle, İslamiyet öncesinde, Gök Tanrı, Şamanizm, Dinamizm, Budizm, Maniheizm, Zerdüştilik, Hristiyanlık ve Musevilik gibi dinlere inanmışlardır. Bu dinler arasında ölü gömme gelenekleri de farklılık göstermektedir. MS XI. yüzyıl sonunda Anadolu’yu yurt edinmek üzere gelen Türk toplumunun İslamiyet’i kabulünden sonra değişen inanç ve yaşam biçimleri mezar yapılarına da yansımıştır. Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid dönemlerinde, Karaman Eyaleti’nde yer alan aşiretlerin Teke iline dağıtıldığı bilinmektedir. Bu bölgede, hayvancılıkla uğraşan Yörüklere, uygun bir yaşam alanı oluşturularak yaşam ve süsleme geleneklerini nesilden nesile aktarma imkânı sunulmuştur. Bu çalışmada, Antalya ili, Serik İlçesi, Gebiz Mahallesi’nde yer alan Yıkık Camii’nin haziresindeki mezar taşları konu edilmektedir. Yapılan yüzey araştırmasında toplam 101 adet mezar taşı tespit edilmiştir. Mezarların geneli, blok taşların toprak üstüne konumlandırılmasıyla oluşan çerçeveli tipten meydana gelmektedir. Mezar taşlarının yüzeylerinde, Yörük geleneğine ait olduğu düşünülen geometrik motifler dikkat çekmektedir

Meydan Palalı
Cedrus X (2022) 357-370. DOI: 10.13113/CEDRUS.202220

Geliş Tarihi: 29.05.2022| Kabul Tarihi: 22.06.2022

Öz & Abstract

The subject of this article is the usage process of the Manavgat Castle in the late Mediavel Ages Turkish period. There are many studies about the historical development of the settlements in Manavgat and its surroundings. However, no detailed publication work has been make about Manavgat Castle so far. As a result of the on-site investigations and research, the ground plan of the castle has been drawn, attempts have been made to determine its architectural phases made based on the existing architectural traces. Since a large part of the castle has been destroyed, the castle is no longer in use today. The castle, which had been built the Roman period, was also used in the Byzantine, Seljuk, Princely and Ottoman periods. After the conquest by the Turks, the small castle was extended to the south with new walls and became a settlement center in the area. Manavgat Castle, a very important structure in the history of Manavgat, played a key role as an administrative center in the process of Turkishizition of the region in the 13th and 14th centuries. The rulers of Manavgat Castle acted as an autonomous principality and minted coins in their own mint, albeit for a short time

Bu makalenin konusunu, Manavgat Kalesi’nin geç Orta Çağ Türk dönemi kullanım süreci oluşturmaktadır. Manavgat ve yakın çevresindeki yerleşimlerin tarihî süreci hakkında birçok çalışma mevcuttur. Fakat, Manavgat Kalesi ile ilgili herhangi bir detaylı yayın çalışması yapılmamıştır. Yerinde yapılan inceleme ve araştırmalar neticesinde kalenin planı çıkarılmış, mimari evreleri saptanmaya çalışılmış ve mevcut mimari izlerden kalenin üç boyutlu restitüsyon çizimleri yapılmıştır Kalenin büyük bir bölümünün yıkılmış olmasından dolayı, kale günümüzde kullanılmamaktadır. Türk fethi ardından bu küçük kale, güneye doğru yeni surlarla genişlemiş ve çevredeki yerleşim merkezi durumuna gelmiştir. Manavgat tarihi açısından çok önemli bir yapı olan Manavgat Kalesi, 13 ve 14. yüzyılda bölgenin Türkleşmesi sürecinde yönetim merkezi olarak kilit rol oynamıştır. Manavgat Kalesi’nin yöneticileri, özerk bir beylik gibi hareket etmiş ve kendi darphanesinde kısa bir süre de olsa sikke basmıştır.

Terrance Michael Patrick DUGGAN
Cedrus X (2022) 371-399. DOI: 10.13113/CEDRUS.202221

Geliş Tarihi: 02.06.2022| | Kabul Tarihi: 08.06.2022

Abstract & Öz

The subject of this paper is a series of variants on an alleged translation into English first published in the late 17th c. of what was said to be an ordinance-order-command-proclamation-decree, a firman, allegedly issued in consequence of Ottoman military defeats, by the Ottoman Sultans Süleyman II. (1687-1691), Mustafa II. (1695-1703), and Ahmed III. (1703-1730), for fasting throughout Ottoman territory on Mondays and Fridays by all Ottoman subjects, and, a procession to be held three times in three consecutive months at Mecca. This procession was to transport the coffin of the Prophet Mohammed over a distance of 20 or 10 or 25 miles, with lamentations and flagellations and a number of human sacrifice per mile, all specified in the alleged Order of Procession, to obtain the intercession of the Prophet Muhammed with the Almighty to ensure the future success of Ottoman arms. Published in English as a broadside pamphlet in 1687, and then in a journal article entitled Advice From Turky –News from Turkey in 1697, but which are in fact examples of black propaganda. This series of alleged Ottoman decrees was published in English in variant forms in a variety of publications over the course of nearly two centuries. Doubtless many readers over these two centuries believed the allegations made in these alleged Ottoman decrees to be true, not the malicious fabrications they are, thereby reinforcing the illusion of truth concerning the bigotry and barbarity of “the Other”.

Bu makalenin konusunu Sultan II. Süleyman (1687-1691), II. Mustafa (1695-1703) ve III. Ahmet (1703-1730) zamanında gerçekleşen askerî yenilgiler sonrasında hazırlandığı iddia edilen ve Osmanlı topraklarında pazartesi ve cuma günleri bütün tebaanın oruç tutmasını ve üç ay üst üste Mekke’de alay düzenlenmesini emreden ferman oluşturmaktadır. Bu sözde fermanın İngilizce tercümesi 17. yüzyılın sonuna doğru basılmış ve çeşitli türevleri farklı zamanlarda tekrar tekrar çeşitli yazılı kaynaklarda yer almıştır. Bu yayınlara göre fermanda peygamberin şefaati ile Allah’tan Osmanlı ordusunun gelecekteki başarısını dilemek üzere üç kere düzenlenmesi gereken tören alayının kuralları da tanımlanmaktadır. Buna göre, peygamberin tabutu farklı yayınlara göre yaklaşık 10, 20 ya da 25 millik (40 km) bir mesafe olan tören güzergâhı boyunca taşınacak, yol boyunca katılanlar kendilerini kırbaçlayarak ağıtlar yakacak ve her mil başına bir insan kurban edilecektir. İngilizcede ilk kez 1687 yılında bir broşür olarak basılan, daha sonra bir dergide “Advice from Turky/News from Turkey” başlığı ile yer alan 1697 tarihli bu metin aslında kara propaganda örneği olarak değerlendirilmelidir. Bu sözde Osmanlı Fermanlarının İngiliz dilindeki farklı versiyonları yaklaşık iki yüz yıl boyunca basılan çeşitli yayınlarda yer almıştır. Pek çok İngiliz okuryazar 20. yüzyıla kadar iki yüzyıl boyunca sözde ve sahte Osmanlı fermanlarında yer alan kasti kötücül iddiaları gerçek kabul etmiştir. Bu da “Öteki”nin barbar ve yobaz olduğuna dair gerçeklik illüzyonu yaratılmasını sağlamıştır.

Naciye KÜÇÜK
Cedrus X (2022) 401-418. DOI: 10.13113/CEDRUS.202222

Geliş Tarihi: 27.12.2021 | Kabul Tarihi: 03.02.2022

Öz & Abstract

The geography of Anatolia is one of the important steps in human development from the Neolithic Age, shifting from hunter gathering to production culture. Antalya, located at the intersection of the Mediterranean and the Taurus Mountains, became one of the oldest inhabited production centers of Anatolia. The tradition of the wooden granary, called Ambar, centered in an area of the Taurus mountains, concentrated around the Beydağları near the western part of the city, is an important part of this production culture that still survives. Starting from the Konyaaltı countryside, Ambar found in some villages of Kumluca, Elmalı, Finike, Demre and Kaş were built with timber obtained from cedar, larch, or juniper trees according to the forest products in their regions. In my research I have found that certain Ambars, which in the past were built without using nails, were built in a region of Konyaaltı Doyran (Sinandeğirmeni), in the Bezirgan and Gökçeören villages of Kaş. In other areas, an ambar is often located as an extension of residences or in areas such as courtyards independent of the residence. The collective construction of these Ambar is a natural consequence of the plateau-coastal production relationship that has continued in these regions for thousands of years. It has necessitated the construction of these warehouses in a collective shared public area in settlements which were vacated due to the annual mass migration between the plateau and the coast. The aim of this study is to investigate the traditional civil architecture and agricultural culture of the Ambar, wooden storehouses and the distribution of these structures, most of which have shared historical characteristics

Anadolu coğrafyası Neolitik Çağ’dan itibaren insanoğlunun üretim kültürüne geçiş yaptığı önemli duraklardan biridir. Akdeniz ile Torosların kesiştiği coğrafyada yer alan Antalya ise Anadolu’nun en eski yaşam ve üretim merkezlerinden biri olmuştur. Torosların bir kolu olan ve kentin batı kesiminde yer alan Beydağları çevresinde yoğunlaşan ahşap tahıl ambarı geleneği de bu üretim kültürünün günümüze kadar ulaşan önemli bir parçasıdır. Konyaaltı ilçesi kırsalından başlayarak Kumluca, Elmalı, Finike, Demre ve Kaş ilçelerine bağlı kimi köylerde görülen ahşap tahıl ambarları, bulundukları bölgelerdeki orman dokusuna göre sedir, karaçam ve ardıç ağaçlarından elde edilen kerestelerle inşa edilmiştir. Geçmişte çivi kullanılmadan, geçme tekniği ile inşa edilen tahıl ambarlarının Konyaaltı Doyran (Sinandeğirmeni) ve Kaş’a bağlı Bezirgân ile Gökçeören köylerinde toplu olarak bir bölgede inşa edildikleri gözlenir. Ambarların toplu olarak inşa edil-mesi, binlerce yıldır bu bölgelerde süregelen yayla-sahil üretim ilişkisinin doğal bir sonucudur. Diğer yerlerde ise çoğunlukla konutların bir uzantısı olarak ya da konuttan bağımsız avlu gibi alanlarda konumlandırılmıştır. Bu araştırma ile Antalya’nın batısında, bulunan ahşap tahıl ambarlarının geleneksel sivil mimari ve tarım kültürü açısından incelenerek bugünkü durumları ve dağılımlarının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.

Esma İGÜS
Cedrus X (2022) 419-436. DOI: 10.13113/CEDRUS.202223

Geliş Tarihi: 29.04.2022 | Kabul Tarihi: 03.06.2022

Abstract & Öz

This study concerns a soap factory built in the early years of the twentieth century in Ayvalık Soap factories which are described within the scope of immovable industrial assets of the region, are substantial in terms of the commercial life of Ayvalık, just like the olive oil factories. Soap factories having a crucial role in the industry-based spatial history of Ayvalık, are reviewed in two main groups according to their structure. The first group includes soap factories which were built as individual single buildings. The second group includes soap factories, each of which was built adjacent to an olive oil factory looking like its twin. Many of the soap factories are today either abandoned or being used as cafes, hotels, stores etc. as a result of repurposing. The soap factory forming the subject of this article is located in the 150 Evler District, on the historical industrial manufacturing axis of Ayvalık. Therefore the factory is in an area of Ayvalık which is considered to be hectic in terms of production and trading in its time. Respectively, field research, archival research and a literature review were performed in this study. As a result of the data obtained and finds the soap factory was evaluated in the context of historicity within the framework of architecture and art history disciplines and was analyzed in terms of mass and structure aspects

Bu çalışma, Ayvalık’ta yirminci yüzyılın başında inşa edilmiş bir sabunhaneye dairdir. Bölgenin taşınmaz endüstriyel mirası içerisinde tanımlanan sabunhaneler, tıpkı zeytinyağı fabrikaları gibi Ayvalık’ın geçmişteki ticari yaşamı açısından ehemmiyet taşır. Ayvalık’ın endüstriye dayalı mekânsal hafızasında önemli bir yer teşkil eden sabunhaneler, biçimsel olarak iki ana grupta değerlendirilir. Birinci grup, bağımsız tekil binalar olarak inşa edilmiş sabunhanelerdir. İkinci grup sabunhaneler ise, bir zeytinyağı fabrikasına bitişik adeta zeytinyağı fabrikasının ikizi gibi inşa edilmiştir. Sabunhanelerin, birçoğu günümüzde ya metruk haldedir ya da yeniden işlevlendirme neticesinde kafe, otel, dükkân gibi amaçlarla kullanılmaktadır. Makalenin konusunu oluşturan sabunhane, Ayvalık 150 Evler mahallesinde ve Ayvalık’ın tarihî endüstriyel üretim aksı üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla sabunhane, mekânsal olarak dönemi içerisinde Ayvalık’ın üretim ve ticari açıdan yoğun olduğu bir alanında konumlanmıştır. Çalışmada öncelikle saha çalışması, daha sonra da arşiv çalışması ve literatür taraması yapılmıştır. Elde edilen bilgiler ve yapılan tespitler neticesinde sabunhane, mimarlık ve sanat tarihi disiplinleri çerçevesinde tarihsellik bağlamında incelenmiş ve kütlesel, strüktürel olarak çözümlenmiştir

Ayşegül DURUKAN & Esma ÖNAL
Cedrus X (2022) 437-454. DOI: 10.13113/CEDRUS.202224

Geliş Tarihi: 08.06.2022 | Kabul Tarihi: 16.06.2022

Abstract & Öz

Abdest alma ünitesinin cami kompleksinde ilksel kullanımı bir su kuyusu formu ile 622-623 yıllarında inşa edilen Mescid-ül Nebevi’de görülmektedir. Bu kullanım ile başlayan cami içinde abdest alma alanı kavramı ilerleyen zamanlarda cami kompleksinin içinde önemli bir değere sahip olmuştur. Şadırvanlar sahip oldukları estetik form nedeniyle cami merkez avlusunda değerlendirilmeye yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Fonksiyonel bir görev taşıyan abdest alma alanları ise camilerin iç mekânlarına taşınmıştır. Bu şekilde ana abdest alma alanlarının daha mahrem, konforlu ve ergonomik bir ortama taşınması gerçekleşmiştir. Bu mekânların sahip olduğu fonksiyonel ve ergonomik kriterler bu çalışma kapsamında incelenmiş olup özellikle yürüme engellilere, yaşlılara ya da geçici olarak tekerlekli sandalye kullanımına ihtiyacı olanlara yönelik tasarım önerisi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun amacı geçmişten günümüze gelen cami abdesthanesi modellerinde henüz istenilen standartlarda tekerlekli sandalye kullanıcıları için abdest alma ünitelerinin yer almamasıdır. Bu noktadan hareketle belirlenen bu makale özelinde camilerimizde yürüme engellilere ve farklı nedenlerden tekerlekli sandalye kullanmak durumunda olan kişilerin ihtiyaçlarına yönelik abdest alma ünitesi tasarımı önerisinde bulunulacaktır. Yeni savlanan abdest alma ünitesi tekerlekli sandalye ile uyumlu ölçülerde tasarlana-rak öneri olarak sunulmuştur.

The primary use of the ablution unit in the mosque complexes is seen in the Masjid-ul-Nabawi, which was built in 622-623 in the form of a water well. The concept of the ablution area in the mosque, which started with this use, gained an important value in mosque complexes. Shadirvans have continued to be used in the central courtyard of the mosque for centuries due to their fuctionality and aesthetic form. The ablution areas appointed for functional use have been moved to the interiors of the mosques. In this way, the main ablution areas were moved to a more private, comfortable and ergonomic environment. The functional and ergonomic criteria of these places have been examined within the scope of this study, and a design study has been attempted, especially for the walking disabled, the elderly or those who temporarily need wheelchair use. The purpose of this is the absence of ablution units for wheelchair users in the desired standards in the mosque ablution room models that have come from the past to the present day. This article struck by this presents a proposed design of an ablution unit that can be used in mosques by for the needs of people with walking disabilities and those who for different reasons have to use a wheelchair. The proposed ablution unit was designed in dimensions compatible with wheelchairs and presented as a design proposal