Akdeniz Uygarlıkları Araştırması Enstitüsü tarafından hazırlanan Cedrus, Türkiye tarihsel coğrafyası perspektifinde Akdeniz Havzası’nın kültür-tarih birikimini inceleyen Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeni-Yakınçağ tarihi uzmanları için tartışma zemini bulacakları disiplinlerarası bir süreli yayın olmayı hedeflemektedir. CEDRUS, farklı disiplinlerden gelen bilim insanları arasında diyaloğun geliştirilmesi, var olan bilginin güncellenmesi ve yaygınlaştırılması süreçlerine katkı sağlayacak özgün ve bilimsel çalışmaları akademi dünyasının ilgisine sunmayı amaçlar. CEDRUS uluslararası hakemli bir dergi olup yılda bir kez yayımlanır.
Dergi HakkındaKünyeArşivYayın İlkeleriMakale Gönderme
İçindekiler | Contents
Serap YAYLALI
Cedrus II (2014) 1-26. DOI: 10.13113/CEDRUS.201416451
Öz & Abstract
Bu çalışmada, insanlık kültür tarihinde önemli bir yeri olan ve ilk defa, 1930’lu yıllarda, Kuzey Suriye’de Tell Brak’taki bir tapınakta çok sayıda ele geçmesi nedeniyle anılan yapının “Göz Tapınağı” olarak adlandırılmasına neden olan ve Önasya coğrafyasında sıkça rastlanan Göz İdolleri incelenmektedir. Bu kapsamda, Malatya’nın doğusundaki Pirot Höyük’te, 1985 yılında gerçekleştirilen kazıda bulunan örnek, benzeri diğer buluntularla birlikte değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirmede diğer Anadolu buluntuları ile Kuzey Suriye, Kuzey Irak, İran Khuzistan, Güney Mezopotamya ve İsrail buluntuları ayrı ayrı ele alınarak aralarındaki benzerlik ve farklılıklar saptanmıştır. Yapılan tipolojik değerlendirmede, idollerin göz idolleri ve gözlüklü idoller olarak anılan iki farklı formda üretildikleri belirlenmiştir. Bu belirleme ışığında, anılan geniş coğrafyada, Kalkolitik Dönem’e verilen idollerin, buluntu yerleri dikkate alındığında bölgesel inanış farklılıklarının olabileceği yorumlanmıştır. Benzer örneklerle yapılan karşılaştırmalar, Pirot Höyük örneğinin Gözlüklü İdoller grubundan olduğunu göstermiştir. Sembolü göz olan idollerin, kuzeyde Anadolu’dan, güneyde Basra Körfezi’nden Doğu Akdeniz’e kadar devam eden yayılım alanı belirlenmiştir.
In this study the ‘’Eye Idols’’ widely found around the Near East Hinterland are re-examined. The idols which played a significant part in mankind’s cultural history were discovered in large numbers for the first time in North Syria’s Tell Brak within a temple, which caused the building to be named the “Eye Temple”. Within this context, the examples which were found in the excavation conducted in 1985 at Pirot Höyük (Tell), located to the east of Malatya, are evaluated together with similar finds: with the similarities and differences determined amongst other Anatolian finds and those from Northern Syria, Northern Iraq, Khuzistan of Iran, Southern Mesopotamia, Israel examples while being separately evaluated. Within the typological evaluation, it was determined that these idols are produced in two distinct forms which are referred to, as “Eye Idols” and “Spectacle Idols”. In this way when the find spots of idols dated from the Chalcolithic Era are considered, it is interpreted that there may be regional belief differences within this vast geography. When comparison is made with similar examples, the Pirot Höyük examples belonged to the “Spectacle Idols” group. The area in which the eye symbol is found extends from Anatolia in the North to Basra Bay, and the Eastern Mediterranean in the South.
Emre OKAN
Cedrus II (2014) 27-40. DOI: 10.13113/CEDRUS.201416452
Öz & Abstract
Arkaik Dönem’de Phokaia, Batı Anadolu’nun Akdeniz’e açılan en önemli kapısıdır ve birçok bölge ve kentle ticari ilişkiler kurmuştur. Batı Akdeniz’deki en güçlü halklardan biri olan Phokaia’lılar, Etrüsk halkıyla da yakın ilişkiler kurmuşlardır. Etrüsk amphoralarının Phokaia’daki varlığı, Phokaia ile Etruria arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Etrüsk amphora araştırmaları genellikle Batı Akdeniz’de ve İtalya’da ele geçen örnekleri kapsar. Bu makale ile Etrüsk amphoralarının yayılım alanı içine Phokaia da girmiş olacaktır. Phokaia buluntusu Etrüsk amphoraları, form yapılarına göre iki grupta ele alınmıştır. Form olarak farklı olsalar da her iki grup amphoranın çağdaş olması, Etrüsk amphoralarının üretiminde kesin bir kronolojik ve tipolojik ayrım olmadığını gösterir. Etrüsk amphoralarının yalnızca Etruria bölgesindeki şarabın ihracatı için kullanıldığı bilinmektedir. Phokaia’da bulunan Etrüsk amphoraları M.Ö. VI. yüzyılın başlarına tarihlenir. Bu tarih Etruria ve Phokaia arasındaki ticari ilişkinin dönemi için ayrıca önem taşımaktadır.
Phocaea was one of the most important ports of Western Anatolia opened to the Mediterranean in Archaic Period and it established commercial relations with many cities and regions in this period. Etruria was among the regions having relations with Phocaea. The presence of Etruscan amphoras in Phocaea proves contact between these regions. All the studies are on Etruscan amphoras that are found in Italy and the Western Mediterranean. Phocaea will also enter into the expansion area of Etruscan amphoras the subject of the article. Etruscan amphoras which are found in Phocaea are divided into two groups according to their forms. Although they are different in form, both types are contemporary, so that there is no chronological and typological distinction in the amphora production in Etruria. Etruscan amphoras are just used for transportation of Etruscan wine. The Etruscan amphoras that are found in Phocaea are dated to the beginning of the VIth century B.C. This date is also important for the commercial relationship between Phocaea and Etruria.
Sevgi SARIKAYA
Cedrus II (2014) 41-53. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406453
Öz & Abstract
Bu makalede, II. Kambyses’in hükümdarlığının sonlarına doğru patlak veren Mag Ayaklanması’nın nedenleri konu edinilmektedir. Mag Ayaklanması’na ilişkin bilgi Dareios’un Behistan-Bisutun kaya yazıtı; Herodotos ve ardılı Hellen yazarlarının aktarımlarından edinilmektedir. Epigrafik belgeyle antik kaynaklar birbirinden farklı şekilde bu olayı ele alsa da, antik kaynakların aktarımı esasen Dareios’un anlattıklarına dayanmaktadır. Behistan-Bisutun yazıtı Dareios’un kendi otobiyografisi niteliğinde olduğundan objektifliği şüphelidir. Nitekim Dareios’un anlatısının bazı Persepolis tabletleriyle ve kendi içindeki çelişkileri nedeniyle son zamanlarda yapılan çalışmalar Mag Ayaklanması’nın farklı bir perspektifle ele anılıp değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Behistan-Bisutun yazıtı diğer Persepolis yazıtlarıyla kıyaslanarak; ayrıca antik kaynakların farklı versiyonları sistematik bir halde yeniden değerlendirilerek Mag Ayaklanması’nın en olası nedenleri üzerinde durulmaktadır. Çalışma, kullanılan verilerin derlendiği genel bir değerlendirmeyle sonlandırılmıştır.
This paper deals with the reasons for the Median Magus revolt which broke out at the end of the reign of Cambyses. Information concerning this uprising was obtained from the Bisutun inscription of Darius I, from Herodotus and subsequent Greek writers. Although this event is differently described in the Bisutun inscription and ancient sources, the ancient sources were based upon Darius’ version of events. The Bisutun inscription is of suspect objectivity being Darius’s own autobiography. Darius’s account contradicts some of the Persepolis tablets and itself. Consequently the Bisutun inscription when compared with other cuneiform tablets and with the knowledge dispersed amongst the ancient sources are here interrogated to establish the actual cause of the Magus revolt. The study concludes with a general evaluation compiling the data employed.
Mehmet Tezcan
Cedrus II (2014) 55-73. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406454
Öz & Abstract
Apar adı, kaynaklarda Aparnoi veya Parni olarak zikredilmektedir. Bunların ise Sakaların bir kolu olarak Klasik Latin ve Hellen kaynaklarında zikredilen Dahae’lerle bir alâkası olduğu anlaşılmaktadır. Herodotos’tan beri kaynaklarda farklı şekillerde bahsedilen Dahae’ler, M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren Hazar Denizi ile daha doğudaki Oxus ırmağı arasına yerleşerek buradan sonraki dönemlerde daha batıya, Hazar’ın kuzey-doğu kıyı bölgesine yerleşmişler ve M.Ö. III. yüzyılın ikinci yarısında Parth Devleti’nin temelini oluşturmuşlardır. Ortaçağ’daki Dahistan veya Dihistan yer adının bunlardan geldiği bilinmektedir. Orta-Asya’nın batısında ve İran’da Hellenistik bir krallık olan Parth Devleti’ni, aslında Arşak sülalesi kurmuştu. Kısa süre içerisinde İran’ın tamamını ve Türkiye’nin de Doğu ve Güney-Doğu Bölgesi’nin bir kısmını ele geçiren Parth’lar, batıda Roma İmparatorluğu’nun da en büyük rakiplerinden biri olmuşlardır. Devletlerini kurdukları bölge olan, Ortaçağ’daki adıyla Horasan Bölgesi, muhtemelen, onların uzak geçmişteki atalarından dolayı bu dönemde Aparşahr (Apar Ülkesi) olarak anılmıştır. Fakat Parth’lardan sonra M.S. V. yüzyılın başlarında Heftalitler, Orta-Asya’nın büyük kısmı, Kuzey Hindistan ve İran’ın doğu bölümlerini de içine alan büyük bir imparatorluk kurdular. Bunlar zamanında da bölgenin adı “Apar Ülkesi” idi. Türk ve Ermeni kaynaklarında “Apar” olarak zikredilen bu ismin, Çin kaynaklarında bazan Hua (< Awar/Abar/Apar) şeklinde zikredilen Heftalitler ile de bağlantısı olduğu anlaşılıyor.
The name Apar was recorded as Aparnoi or Parni in Classical sources. The Aparnoi were related to the Dahae mentioned in Classical sources as being a branch of the Sakas. The Dahae, being mentioned with different names in these sources from Herodotos onwards, settled from the IVth century B.C. onwards, in the area between the Caspian Sea and the Oxus and thence to the north-eastern corner of the Caspian. They founded in Persia the Parthian Dynasty in the second half of the IIIrd century B.C. The toponym Dahistan employed in the Middle Ages derived from their name. As a Hellenistic kingdom in the westernmost part of the Central Asia and in Persia, the Parthian Kingdom was founded by the Arsakid Dynasty. The Parthians conquered the entire Iranian plateau and some regions of the eastern and south-eastern parts of Turkey and became the most powerful rival of Rome before the Sasanians. The region of Khorasan, where the Parthians founded their own kingdom, was most probably named Aparshahr from their ancient name. After the Parthians, the Hephthalites at the beginning of the Vth century A.D., established a great and vast empire including a great part of Central Asia, Northern India and some eastern parts of Iran. During the Hephthalite period the region carried a similar name until it was conquered by Khosraw I. The name mentioned as Apar in Turkic and Armenian sources also had a kind of relationship to the Hephthalites. It was considered their name was recorded as Hua (< Awar/Abar/Apar) in some of the Chinese sources.
Elif Özer
Cedrus II (2014) 75-87. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406455
Abstract & Öz
The typological studies of Lycian tombs began in the eighteenth century. Although these pioneer typologies were not satisfactory, studies continued in subsequent years. Akurgal divided them into three groups and put all the Lycian sarcophagi in the second group in his typology. But he does not distinguish the differences between these sarcophagi. In addition, the second group is also termed: ‘The Monuments of Tombs in the Tradition of Native Anatolia’‘. This terminology contradicts the characteristics of these sarcophagi, as Lycian sarcophagi reflect not only native Anatolian traditions; but also influences from Greek, Persian and Roman art. In the 1970’s, Borchhardt created a new typology that was more detailed. Subsequently Atila, İdil and İskan-Yılmaz attempted new typologies. This study is a continuation from these typologies. In this typology study, before all else the attempt was made to understand the sarcophagi in Lycia during the problematic Hellenistic and Roman periods. From my previous studies elsewhere in Lycia, these sarcophagi can be divided into 5 distinct types.
Lykia mezarları tipolojisi 18. yüzyıldan itibaren çalışılan bir alan olmakla birlikte, erken dönem araştırmaları çok yeterli değildir. Akurgal tarafından yapılan araştırmada üç grupta incelenen Lykia mezarları içinde lahitler ikinci gruba alınmış ancak aralarındaki farklılıklar değerlendirilmemiştir. Akurgal, ikinci gruba yerleştirdiği mezarların tamamını “Yerli Anadolu Geleneğini Sürdüren Mezar Anıtları” olarak tanımlamış ancak, Lykia lahitlerinin sadece yerli Anadolu geleneğini değil, Hellen, Pers ve Roma etkilerini de taşıdığı göz ardı edilmiştir. 1970’lerden itibaren Borchhardt, Atila, İdil ve Yılmaz tarafından Lykia lahitleri üzerine tipoloji çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada ise tüm bu çalışmaların hem devamı hem de -şimdilik- son noktasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada Lykia Bölgesi’nin Hellenistik ve Roma Dönemleri lahitleri ele alınmış ve hangi tipin ne zaman başlayıp hangi döneme kadar devam ettiği araştırılmıştır. Şimdiye kadarli öncül çalışmalarımdan Lykia’nın farklı yerlerinde bu tarz lahitler 5 farklı gruba ayrılabilmektedir.
Hatice Körsulu
Cedrus II (2014) 89-133. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406456
Öz & Abstract
Kappadokia-Komana’sı, antikçağda Anadolu’daki önemli tapınak devletleri arasında sayılmaktadır. Bugün Adana iline bağlı Tufanbeyli ilçesinde yer alan Şarköy’e lokalize edilmektedir. Bu makalenin konusu, Adana ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında Şarköy ve civarından toplanan Hellenistik Dönem seramikleridir. Komana’da bugüne kadar yapılan araştırmalarda, Geç Hellenistik Dönem’e kadar herhangi bir arkeolojik ve epigrafik buluntuyla karşılaşılmamıştır. Bu çalışmada ele alınan seramiklerle, kentin kronolojisi ve Hellenistik Dönem seramik üretimi üzerine önemli bilgilere ulaşılmıştır. Buluntular, tipolojik ve kronolojik bir çerçeveye oturtulmuş ve söz konusu malzemeler, kentte yerel bir seramik üretiminin varlığına işaret etmiştir. Kil yapıları, astarbezeme tarzları, buluntuların büyük oranda yerel özellikler sergilemesi ve çok sayıdaki bozuk üretim kapların tespiti buna ışık tutmaktadır. Seramikler arasındaki en erken buluntular, Hellenistik Dönem’in hemen öncesine ya da başlarına aittir. Bunların dışında, Erken Hellenistik Dönem’den başlayarak diğer Hellenistik merkezlerde de popüler olan kaplar, M.Ö. III.-I. yüzyıllarda tipik örnekleri ile temsil edilmiştir. Bunlar arasında bazı gruplar, sigillata türü örnekleriyle M.S. I. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Comana in Cappadocia, is considered among the important temple states of Anatolia in antiquity. Today, Comana is at Şarköy in the Tufanbeyli district of Adana province. The subject of this article is the Hellenistic pottery found in and around Şarköy. In Comana in research to date, until the late Hellenistic period, there have been no archaeological or epigraphic finds. However, in this study, through pottery finds, important information concerning the city’s chronology and its Hellenistic pottery production was established. Finds are classified both typologically and chronologically, and these finds from the city indicate local ceramic production. Clay structures, the use of the line-decoration style, a great extent local characteristics of finds and numerous corrupted production containers is to keep it light. The earliest pottery finds date from immediately before or to the beginning of the Hellenistic period. Further, containers from the early Hellenistic period onwards which were popular in other Hellenistic centers are represented by characteristic examples dating from between the third and first centuries B.C. Some of these groups continued to be produced, with examples of the sigillata type until the first century A.D.
Murat Tozan
Cedrus II (2014) 135-169. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406457
Öz & Abstract
M.Ö. II. ve I. yüzyıllarda Anadolu’nun güney kıyılarında görülen korsanlık faaliyetleri Roma’nın Doğu politikası ile doğrudan ilişkilidir. Seleukos’ların ve bilhassa korsanlıkla aktif bir şekilde mücadele eden Rhodos’un zayıflatılmasına yönelik Roma politikaları, Anadolu’nun güney kıyılarında bir otorite boşluğu yaratmıştır. Böylesine uygun bir siyasal ortamda bölgede gelişen korsanlık, başlangıçta Roma tarafından bir tehdit olarak görülmemişti. Hatta M.Ö. II. yüzyıl ortalarında acil köle ihtiyacı içinde bulunan Roma, korsanların sağlamış olduğu köleleri satın alarak korsanlığı dolaylı yoldan desteklemekteydi. Ancak M.Ö. 133 yılında ölen III. Attalos’un Roma’ya vasiyetle bıraktığı Pergamon Krallığı topraklarında Asia Eyaleti’nin kurulması, Anadolu’nun Roma için siyasal ve ekonomik anlamda önemini arttırdı. Anadolu’nun artan önemine paralel olarak Roma tarafından bölgedeki çıkarlarını olumsuz etkileyen korsanlığa karşı askeri ve politik önlemler alınmıştır. Bu doğrultuda M.Ö. 102 yılında M. Antonius’un korsanlara düzenlediği askeri seferi takiben, M.Ö. 100 yılında çıkarılan Lex de Provinciis Praetoriis ile Asia’nın güney kesimi eyaletten ayrılarak burada Cilicia Eyaleti kuruldu. M. Antonius’u takip eden Cilicia valileri, eyaletin kuruluş amacı gereği sonraki 35 yıl boyunca korsanlıkla mücadele etseler de bölgedeki korsanlık kalıcı olarak önlenemedi. Ancak M.Ö. 67 yılında olağanüstü yetkiler verilen Pompeius’un korsanlara karşı düzenlediği sefer sonucunda Anadolu’nun güney kıyılarındaki korsanlık Roma için öncelikli bir sorun olmaktan çıkmıştır.
The spread of piratical activities along the southern coasts of Asia Minor during the Ist and IInd centuries B.C., was directly related to the eastern policy of Rome. Roman policies, intended to weaken the Seleucids, and particularly Rhodes, which was actively fighting against piracy, created a great vacuum of authority along the southern coasts of Asia Minor. The expansion of piracy in accordance with the political situation within the region was not initially regarded as a threat by Rome. In fact Rome, in need of numerous slaves in the middle of the IInd century B.C. indirectly supported piracy through purchasing the slaves procured by the pirates. However, the establishment of the province of Asia upon the territory of the former Attalid kingdom, which was bequeathed to Rome by Attalos III, who died in 133 B.C., increased for Rome the political and economic importance of Anatolia. In parallel with this increasing importance of Anatolia, some military and political measures were taken by Rome against piracy. Consequently, after the military campaign of M. Antonius against pirates in 102 B.C., the province of Cilicia was founded through the separation of the southern part of the Asia according to the Lex de Provinciis Praetoriis passed in 100 B.C. Although the governors of Cilicia, following M. Antonius, over the next 35 years fought against piracy in the region it could not be permanently stopped. However, with the expedition of Pompey against the pirates, who was granted extraordinary powers, in 67 B.C., piracy on the southern costs of Asia Minor eventually ceased to be a primary problem for Rome.
Şükrü Özüdoğru
Cedrus II (2014) 171-188. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406458
Öz & Abstract
Günümüzde Burdur İli Gölhisar İlçesi sınırları içinde kalan Kibyra antik kentine yönelik düzenli kazı ve araştırmalar 2006 yılından bugüne devam etmektedir. Yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda özellikle kentin az bilinen bir dönemine yani Hellenistik Dönem’e ilişkin yeni veriler ortaya çıkmıştır. Hellenistik Dönem Kibyra’sına ilişkin şimdiye kadar ki bilgilerimiz antik kaynak anlatımları ve sınırlı sayıdaki nümismatik, epigrafik verilere dayanmakta idi. Kazı çalışmaları sonucunda ise yeni arkeolojik bulguların yanı sıra, özellikle epigrafik buluntular kent hakkındaki bilgilerimizi arttırmıştır. Bunlardan; M.Ö. I. yüzyıla ait bir anıt mezar, Hellenistik Sur Duvarı, Hellenistik Dönem’de yerel seramik üretimine dair buluntularla, biri agonistik bir onur yazıtı diğerleri ise kentin Hellenistik Dönem siyasi tarihine de ışık tutan resmi dekret ve Roma ile antlaşma metinlerini içeren bir anıt kent için ünik epigrafik belgeler olup, önem arz etmektedirler. Özellikle kentin Hellenistik Dönem yöneticileri (Moagetes gibi), bölgede Tetrapolis oluşumu ve niteliği gibi konularda yeni bilgiler elde edilmiştir.
Excavation and research at the antique site of Cibyra in the Gölhisar district of Burdur Province has continued since 2006. With these excavations and research, many indications have been found concerning the Hellenistic Period at Cibyra about which we had possessed few facts. Our knowledge of the Hellenistic Period at Cibyra has been dependent to date primarily upon the limited accounts provided in the surviving antique sources, from numismatics and from epigraphic evidence. In particular the new finds of epigraphic material, in addition to inferences drawn from recently excavated finds, have significantly increased our knowledge of this antique site. A Ist c. B.C. monumental tomb, the Hellenistic fortification wall, numerous finds of the Hellenistic Period local ceramic production, an agonistic honorific inscription, an official decretal which shines a light upon Hellenistic Cibyra’s political history, inscriptions concerning a treaty with Rome inscribed on a monument, are amongst the relevant prominent recent finds. Together with new information concerning the city’s governors during the Hellenistic Period, such as Moagetes, and how the “Tetrapolis” confederation was structured in the region.
Süleyman Atalay
Cedrus II (2014) 189-201. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406459
Öz & Abstract
Bu çalışmadaSide Müzesi’nde korunan 138 envanter numaralı mezar steli konu edilmiştir. Stel üzerinde birbirlerine bakar vaziyette, profilden büst şeklinde tasvir edilmiş iki kadın figürünün tipolojik ve stilistik değerlendirmeleri sonucunda M.Ö. II. yüzyılın 2. yarısında karşımıza çıkan büst şeklindeki örneklerden olduğu ortaya konulmuştur. Pamphylia stellerini çok iyi bilen bir usta tarafından yerel bir atölyede üretilmiş oldukları düşünülen mezar steli parçası üzerindeki figürler Moira’lar olarak yorumlanmıştır. Pamphylia mezar stellerinin alınlık kısımlarında M.Ö. II. yüzyılın 2. yarısında karşımıza çıkan büst şeklindeki figürlerin stelin üst bölümünde olmaları ve üçlü bir grup oluşturmaları, yaşam süresini belirlemeyle bağlantılı iğ, öreke, gibi iplikle ilgili nesneler taşımaları göz önüne alındığında söz konusu büst şeklindeki kadın figürlerinin Moira olduğu ve tek başına bir kadın veya bir kadın bir erkek ya da tek bir erkek büstü bulunan örneklerden ayrı tutulması gerektiği tespit edilmiştir. 138 envanter numaralı stel parçası işçiliği, kalitesi ve kompozisyonu bakımından Pamphylia’nın kendine özgü yerel stilini yansıtmaktadır ve M.Ö. II. yüzyılın 2. yarısında, M.Ö. 140/130 civarında yapılmış olmalıdır.
In this article the grave stele with the inventory number 138 in Side Museum is studied. On the stele facing and looking at each other are two busts of women in profile. From the typological and stylistic evidence the relief caving of this stele can be related to those carved in the second half of the II. century B.C. From the figures carved on this piece of grave stele, which is thought to have been produced in a local workshop, it has been interpreted by a master who well knows the stele produced in Pamphylia, as depicting Moira. In the pediment area of the Pamphylian grave steles from the 2nd half of the II century B.C., a bust shaped figure is carved in the upper part of the stele, which established a tripartite group, when the life expected is to be considered determined in association with the spindle, distaff, thread-related objects, the form of a bust of the female figure is Moria and a woman or a single man or a single woman in a male bust should be kept seperate from the sample are seen. Inventory number 138 a stele and a piece of work that reflects the distinctive local style of Pamphylia in terms of the quality and composition and a date in the second half of the IInd century B.C., carved around 140-130 B.C.
Mesut Kınacı
Cedrus II (2014) 203-223. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406460
Öz & Abstract
Mithradates Hanedanlığı’nın kökenlerinin Perslere kadar uzandığı ve Perslerin Anadolu’daki hâkimiyeti esnasında Anadolu’ya geldikleri bilinmektedir. Sözü edilen hanedanlık, Hellenistik devirde Paphlagonia Bölgesi’ne yerleşmiş ve burada giderek güçlenen bir konuma sahip olmuştur. Hanedanlığın yöneticileri genellikle çevrelerindeki toprakları ele geçirerek yayılımcı bir politika uygulamışlardır. İlerleyen süreçte Karadeniz Bölgesi’nde hâkim güç konumuna gelinirken, akrabalık vasıtasıyla ya da siyasi yollarla birçok ittifak yapılmıştır. Dönemin siyasi durumunu büyük ölçüde değiştiren M.Ö. 190 yılındaki Magnesia Muharebesi yapıldıktan sonra, Mithradates Hanedanlığı’nın başına geçmiş olan I. Pharnakes de uyguladığı aktif dış politikayla, yaşadığı coğrafyada güçlü bir konuma gelebilmek için çeşitli mücadelelere girişmiştir. Önce Pontos Bölgesi’nin en önemli liman kenti ve ticaret merkezi Sinope alınmış; bölgedeki önemli kentlerden Kotyora ve Kerasos’u ele geçirmiştir. Daha sonra ise Paphlagonia Bölgesi’ni işgal etmiş ve Kappadokia’nın içlerine kadar girmiştir. O, bu süreçte Anadolu’nun en güçlü krallığı Pergamon ile uzun süre savaşmış ve çeşitli ittifaklar yapmıştır. Bu nedenle de sözü edilen savaş farklı coğrafyalardan birçok devleti etkilemiştir. I. Pharnakes ve II. Eumenes arasındaki savaşı konu alan bu çalışmada, öncelikle savaşın nedenleri irdelenmekte, daha sonra savaşın yayılımı, son buluşu ve etkisi, antik yazarların eserleri, arkeolojik materyaller, nümismatik buluntular ve epigrafik belgeler ışığında kronolojik olarak analiz edilmektedir.
Luis Ballesteros-Pastor
Cedrus II (2014) 225-239. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406461
Abstract & Öz
The meeting between Marius and Mithridates Eupator prevented a Pontic annexation of Cappdocia. The Roman leader warned the Pontic king and threatened him with war. Mithridates belonged to the Ariarathid house of Cappadocia because Laodice, the king’s mother, was a member of this royal family. Accordingly, Eupator tried to intervene in Cappadocian affairs, as shown in the coincidence between his accession to the throne and the murder of Ariarathes VI ca.110 B.C. After the death of both Ariarathes VII and his brother Ariarathes VIII, Mithridates was the eldest male member in the Ariarathid line of succession, and an annexation of Cappadocia would have been well justified. The setting of the young Pontic prince Ariarathes IX on the throne was a temporary solution, but both Rome and a sector of the Cappadocian nobility did not agree, and Ariobarzanes I Philorhomaios was appointed king.
Marius ile Mithridates Eupator arasındaki karşılaşma, Kappadokia’nın Roma tarafından ilhak edilmesini önledi. Romalı lider, Pontos kralını ikaz ederek onu savaşla tehdit etti. Kralın annesi Laodike, Ariarathes kraliyet ailesinin bir mensubu olduğu için Mithridates de Kappadokia Ariarathes Hanedanı’na mensuptu. Bundan dolayı Eupator, kendisinin tahta geçmesi ile VI. Ariarathes’in MÖ. yak. 110 yılında katledilmesi arasındaki rastlantıda görüleceği üzere Kapadokia’daki olaylara müdahil olmaya çalıştı. Gerek VII. Ariarathes, gerekse kardeşi VIII. Ariarathes’in ölümlerinden sonra Mithridates, tahta geçme hususunda Ariarathes sülalesinin en büyük erkek üyesiydi, Kapadokia’nın ilhakı da pekâlâ meşrulaşmış olacaktı. Genç Pontos prensi IX. Ariarathes’in tahta çıkması geçici bir çözümdü, fakat hem Roma, hem de Kappadokia soylular kesimi buna razı gelmediler, I. Ariobarzanes Philorhomaios da kral tayin edildi.
Virginie Davaze
Cedrus II (2014) 241-266. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406462
Résumé & Öz
Les difficultés d’interprétation de la Περὶ Ἡρακλείας de Memnon sont, en grande partie, dues au fait que nous ne savons rien de son auteur, car pour juger autant que possible de la fiabilité des informations contenues dans un texte, il est bon de connaître le contexte dans lequel il a été rédigé. Encore plus ardue est la tâche lorsque l’ouvrage d’un historien méconnu est transmis dans sa forme résumée. En effet, aucun manuscrit du texte original n’est passé à la postérité et il faut faire preuve de prudence quant aux conclusions qui pourraient être tirées sur les intentions de Memnon ou sur sa méthode historique, dans la mesure où Photius a très bien pu modifier le sens original de certains passages et commettre des erreurs dans la transcription de l’œuvre. L’étude de la méthode historique de l’historien d’Héraclée, et en particulier de la façon dont il rapporte les événements militaires, révèlent la façon que Memnon avait de traiter les événements. Les opérations militaires sont de trois types dans l’Histoire d’Héraclée. Ainsi, Memnon mentionne avec plus ou moins de détails les confrontations terrestres, les batailles navales et les opérations de siège qui marquent l’histoire qu’il entreprend de raconter.
Memnon’un Herakleia’sını / ΠΕΡὶ ἩΡΑΚΛΕίΑΣ eserini/ yorumlarken karşılaştığımız zorluklar büyük oranda yazar hakkında hiçbir şey bilmiyor olmamızdan kaynaklanmaktadır. Zira yorum yapabilmek için metnin içerdiği bilgilerin güvenilirliği kadar eserin kaleme alındığı ortamı tanımak da önem arz etmektedir. Tanınmayan bir tarihçinin eseri söz konusu olduğu zaman karşılaşılan daha büyük güçlük ise eserin özet halinde günümüze gelmesidir. Aslında el yazması hiçbir eser gelecek kuşaklara kalmamaktadır. Dolayısıyla Memnon’un düşüncelerine ve tarih metoduna ilişkin çıkarımlarda bulunurken Photius’un pekâlâ bazı bölümlerdeki orijinal anlamı değiştirmiş veya eserin transkripsiyonunda hatalar yapmış olabileceğini göz önüne alarak ihtiyatlı davranmak gerekmektedir. Herakleia’lı tarihçinin tarih metoduna ilişkin çalışma ve bilhassa askeri olayları anlatış tarzı Memnon’un olayları ele alış biçimini ortaya koymaktadır. Herakleia tarihinde üç tip askeri harekât mevcuttur. Dolayısıyla Memnon az çok detay vererek karada meydana gelen karşılaşmalardan, deniz savaşlarından ve anlatmaya giriştiği tarihe damgasını vuran kuşatma harekâtından bahsetmektedir.
E. Deniz Oğuz-Kırca
Cedrus II (2014) 267-289. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406463
Abstract & Öz
The Bozburun Peninsula, lying in southwest Anatolia, facing the island of Rhodes, was originally acknowledged as being a part of Carian territory. It was only during the IIIrd-IInd centuries B.C. that the Classical Peninsula which was equivalent to a polis andconurbated through a koinon of komai, was transformed into a periphery, reorganized under the protectorate of Rhodes and became an incorporated-Hellenized part of the island until the Roman takeover.
Although it may seem that the newly introduced constituents of the Hellenistic mainland, the demes, were the equivalents of ktoina reflecting egalitarianism and having their form within the island’s administrative pattern, they were possibly the later forms of the ancient territorial model formed by a long-settled and decentralized network ofCarian komai. Problems with the identification of demes and the nuclei thereof have caused long standing debates amongst scholars.This paper aims at reassessing the problem of identity in view of the natural and social territoriums, in respect to the available knowledge to date and the results of recent surveys carried out between 2009 and 2012 which encompassed the area beginning from the horizontal line between modern Deliktaş Bay and Bayır Village in the north and stretching down to the isthmus in the south.
Güneybatı Anadolu’da, Rhodos’un hemen karşı yakasında yer alan Bozburun Yarımadası, esasen Karya topraklarının bir parçası olmasıyla özdeşleşmiş idi. Klasik Dönem’de, fiziksel büyüklüğü ve kendisini tamamlayan en az 7 (yedi) kome’nin oluşturduğu federatif yapısıyla bir polise denk sayılan Yarımada, M.Ö. III.-II. yüzyıllar boyunca ve Rhodos’un hamiliğinde yeniden örgütlenmek suretiyle tamamen bir periferiye dönüştürülmüş ve Romalıların egemenliğine girene kadarki uzun Helenleşme sürecinde adanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Hellenistik anakaranın yeni tanıtılan unsurları olarak deme’ler, her ne kadar temelleri adanın yönetsel şablonlarında var olan ve eşitlikçi anlayışı yansıtan ktoina’lara karşılık geliyor gibi görünse de, bu yerleşimler olasılıkla uzun zamandır bölgede yerleşik ve merkeziyetçi anlayıştan uzak Karya’lı kome şebekelerince oluşturulmuş antik teritoryal modelin daha geç formları idi. Bölgeye ilgi duyan gezginler ve bilimadamları, deme ve merkezlerinin tanımlanması konusunda uzun süre meşgul olmuştur. Bu makalede, Hellenistik dönemden itibaren yükselişe geçen deme’lere ilişkin kimlik sorunu, fiziksel ve sosyal sınırlar gözetilmeye çalışılarak ve; bugüne kadar üretilen bilgiler ve kuzeyde modern Deliktaş Koyu-Bayır Köyü arasındaki sınır hattından başlayıp daha güneydeki kıstağa kadarki alanda (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca verilen izin kapsamında) yürütülen 2009-2012 sezon çalışmalarından elde edilen sonuçlar ışığında yeniden irdelenmektedir.
Banu Özdilek
Cedrus II (2014) 291-306. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406464
Abstract & Öz
Rhodiapolis was a medium sized polis in the Eastern Lycian region, by the Mediterranean coast of Anatolia. Over the course of this 4 year excavation the theater which had been largely buried was exposed and became one of the few Lycian theaters that to date has been completely excavated. In consequence, new information was obtained concerning the theater architecture of the Lycia region and of the architecture of Anatolian Greco-Roman theaters. In this study, archeometric practices providing crucial technical support to archeology were employed in the investigation of the theatre. The archeometric study of the theatre enabled the accurate measurement of the theatre, its location within the thematic topographic map of the city and its surroundings with a scale of 1/5000, the drawing of the stone plan and photogrammetric drawings of the analemma and the walls of the stage building of the theatre, determining the period, shape and the changes made to the theatre. In addition, the preservation statics, the architectural features, visual monitoring and the acoustic assessment in the Rhodiapolis Theater are discussed. Among the questions concerning theatres the question as to, “For how many people was this theatre constructed”, the notional capacity of the theatre arises. Within the scope of this study because no formulated practical accurate method concerning theatre audience capacity has been recorded in the sources, nor in the texts concerning theatres to date, a formula was developed to measure the capacity of the seating.
Rhodiapolis; Anadolu’nun Akdeniz kıyısında, Doğu Lykia Bölgesi’nde, orta ölçekli bir polis’tir. Rhodiapolis Tiyatrosu’nda 4 yıl boyunca süren kazılar sonucunda, tamamen toprak altında olan bir tiyatro gün yüzüne çıkartılmıştır. Rhodiapolis Tiyatrosu, Lykia Bölgesi tiyatroları içerisinde tamamen kazılmış az sayıdaki tiyatro arasındaki yerini almıştır. Böylece gerek Lykia bölgesi tiyatro mimarisine gerekse Anadolu Greko-Romen tiyatro mimarisine yeni bilgiler sunmuştur. Bu çalışmada tiyatronun ortaya çıkarılmasında arkeolojiye en büyük teknik desteği veren arkeometri uygulamalarından yararlanmıştır. Yapılan arkeometrik çalışmalar, tiyatronun ölçme işlemleri, kentin ve çevresinin 1/5000 ölçekli tematiktopografik haritasının alımı, tiyatronun taş planının ve analemma ve sahne binası duvarlarının fotogrametrik çizimlerinin yapılması, tiyatronun dönem ve şekil değişiklerinin saptanması şeklinde olmuştur. Ayrıca Rhodiapolis Tiyatrosu’nda korunmuşluk, statik, mimari özellikleri, görsel izleme ve akustik değerlendirmeleri ele alınmıştır. Tiyatrolar hakkında sorulan soruların başında, “Bu Tiyatro kaç kişiliktir” sorusu yani kapasite kavramı gelmektedir. Tiyatrolar hakkında bugüne kadar yazılmış kaynaklarda, kapasite hesabı hakkında pratik ve doğru bir formüle edilmiş bir yöntem bulunmaması nedeniyle, bu çalışma kapsamında tiyatroların kapasite hesaplamaları için bir formül geliştirilmiştir.
Nihal Tüner-Önen
Cedrus II (2014) 307-322. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406465
Öz & Abstract
Buradaki makale, modern dünyanın ilk olarak 1841 yılında tanıdığı ve 1951 yılından itibaren kesintisiz olarak arkeolojik kazıları devam eden Ksanthos kentinin bugüne kadar bilim dünyasına tanıtılan ve bilimsel olarak yayınlanan epigrafik verilerini bir arada sunarak kentin epigrafi çalışmalarını bir araya getirmeyi ve 2012 ile 2013 araştırma sezonunda yeni tespit edilen iki yazıtı bilim dünyasına tanıtmayı amaçlamaktadır. Yeni yazıtlardan ilki Ksanthos’un hangi kentle yaptığı belli olmayan homonoia yazıtıdır; diğeri ise bir mezar yazıtıdır.
Firstly, this article aims to introduce two new inscriptions to the scientific community from Xanthus, which first became known to the modern world in 1841 and excavations at Xanthus have continue without a break since 1951. These two inscriptions were discovered during the 2012 and 2013 excavation seasons at Xanthus and, secondly, this article combines all of the epigraphical reports which have been recently published and the data presented to the scientific community to date. One of these new inscriptions concerns a homonoia inscription of Xanthus but it is unknown with which city this was agreed; and the second concerns a funerary inscription.
Emine Bilgiç
Cedrus II (2014) 323-338. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406466
Öz & Abstract
Bu çalışmada, antikçağ Anadolusu’nun eğitim anlayışı, eğitim kurumları ve işleyişi epigrafik veriler ışığında değerlendirilerek mercek altına alınmaktadır. Küçük Asya’nın özellikle batı kıyılarından elde edinilen yazıtlar vasıtasıyla Hellenistik Dönem’de Ionia ve Karia bölgelerinde bir eğitim sisteminin varlığından söz edilebilmektedir. Eğitimle birebir ilişkin olan terimlerden “paidonomos, paidagogos, paidotribes ve grammatikos” içerikli yazıtların sayı bakımından fazlalığı ise söz konusu dönemlerde çocuğun eğitimine verilen önemi göstermektedir. Bununla birlikte antik kaynaklarda gymnasion, palaistra ve didaskaleon gibi eğitim kurumları arasında yer almayan dairesel bir eğitim alanının (ἐνκυκλίος) varlığını Ksanthos kentinden bir yazıtta bulmaktayız. Yazıtlar neticesinde öğretmenlerin aylık ya da yıllık olarak aldıkları belli bir ücret karşılığında çalıştıklarına; çocukların günümüzde olduğu gibi bayramlara ya da yarışmalara öğretmenleri gözetiminde katıldıklarına; yasalar çerçevesinde bir okul sisteminin var olduğuna ve okul gelir-giderlerinin denetim altında tutulduğuna dair verilere ulaşılmaktadır.
In this study through the scrutiny of epigraphic evidence the state of education, educational institutions and practice of education in antiquity in Anatolia is evaluated. In particular, from Hellenistic inscriptions from Ionia and Caria on the west coast of Asia Minor there is record of the existence of an educational system. The terms “paidonomos, paidagogos, paidotribes and grammatikos” recorded in inscriptions, once or several times are associated with education, indicating the importance of education. However, in an inscription from the city of Xanthos the presence of a circular field of education (ἐνκυκλίος) is recorded, differing from the gymnasion, palaistra ve didaskaleon recorded in ancient sources. From inscriptions it is learnt that teachers worked for a certain monthly or annual fee and as today, children participatated in competitions or festivals under the guidance of their teachers. The school system was defined through laws and the income and expenses of schools were supervised.
Hülya Kökmen Seyirci
Cedrus II (2014) 339-353. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406467
Abstract & Öz
The architrave soffit ornamentation of the buildings of the ancient city of Rhodiapolis located in Eastern Lycia form the subject of this article. Soffits as well as other ornament hold great significance in comprehending the design of the monumental architecture of the city. Amongst architectural structures investigated through excavation to date, there are various soffit ornaments carved on the face of almost 60 architrave blocks-pieces. There are both unique designs and rare examples amongst them. The reason for the few publications concerning this matter is due to the practice of evaluating these soffits together with the related ornamental structures they belong to, and because damage has resulted in fewer of them being recovered, in comparison with other ornamental works. Although the soffits display a parallel process in their form to other ornament employed on the architectural structures they belong to, through the different kinds of ornaments they contain, they make the most diverse and richly ornamented program of a site. For this reason, studying the variety of soffits found at the same site, in neighboring cities or within the same region in their entirety would make a most considerable contribution, in particular concerning the matter of sculptors’ workshops. The aim of this article is to date the soffits found in the ancient city of Rhodiapolis and to provide a general assessment concerning these soffits.
Bu makalenin konusunu Doğu Likya’da yer alan Rhodiapolis antik kentinin yapılarına ait arşitrav bloklarının soffit bezemeleri oluşturmaktadır. Kentin anıtsal mimari dokusunun anlaşılmasında diğer mimari bezemelerin yanı sıra soffitler oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bugüne kadar ele geçen mimari parçalardan 60 arşitrav bloğu parçası üzerinde çeşitli soffit bezekleri yer almaktadır. Bezekler arasında şimdiye kadar rastlanılmayan ya da nadir karşılaşılan örneklerde bulunmaktadır. Konu ile ilgili yayın sayısının az olmasında soffitlerin ait oldukları bezekli mimari parçalarla birlikte değerlendirilmeleri ve tahribatlardan dolayı diğer bezekli parçalardan daha az ele geçmeleri büyük rol oynamaktadır. Ancak bezekli mimari parçalar arasında oldukça özgün bir konuma, forma ve bezeme programına sahiptirler. Soffitler her ne kadar stil olarak ait oldukları mimari parçaların diğer bezekleriyle koşut bir süreç gösterseler de içerdikleri farklı bezeme türleriyle bir yerleşimin bezeme programı açısından en fazla farklılık ve zenginlik gösteren süsleme örgesini oluştururlar. Bu nedenle aynı yerleşimde, komşu kentlerde veya aynı bölgede ele geçen soffitlerin bütünlük içerisinde incelenmesi özellikle atölye tespitlerinde büyük katkılar sağlayacaktır. Bu makalenin amacı Rhodiapolis antik kentinden ele geçen soffitlerin ait oldukları parçalar üzerinde yer alan diğer bezeklerle karşılaştırılarak tarihlendirilmesi ve Rhodiapolis soffit bezekleri üzerine genel bir değerlendirme yapmaktır.
Gürkan Ergin
Cedrus II (2014) 355-376. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406468
Öz & Abstract
Roma İmparatorluğu’nda kölelerin durumu genellikle ve haklı olarak olumsuz yanlarıyla hafızalarda yer etmiştir. Buna rağmen kötü muameleye maruz kalan kölelere çeşitli kaynaklarda belli ölçülerde empatiyle yaklaşıldığı, ağır şartların eleştirildiğini görmek mümkündür. Burada, Roma toplumunda kölelik kurumuna ve kölelerin yaşadığı hayata dair dolaylı ya da doğrudan eleştiri yapan ve durumlarını anlamaya çalışan Roma Dönemi pagan ve Hıristiyan kaynaklarıyla Roma hukuku ışığında genel bir değerlendirme yapılacaktır. Ne var ki Roma’nın köklü kölelik geleneklerini yansıtan bu kaynaklar, radikal reformlar önermemektedir. Yine de ağır çalışma şartları, köle sahiplerinin zalimliği, fiziksel şiddet gibi konular kendilerine yer bulmuştur. Bunlar arasında özellikle Poseidonios ve onu izleyen yazarlar, Seneca ve hiciv tazında çeşitli romanlar öne çıkar. Hıristiyan yazarlar Roma’nın bakış açısını almış, fakat söylemini köleleri de kapsayacak şekilde genişletmiştir. Ne var ki hem İncil’de hem de söz konusu yazarlarda umutlandırıcı sözler ve telkinler özgür bir yaşamı sonraki hayata ertelemeye yöneliktir.
The hard life and harsh treatment of slaves in the Roman Empire is a well-known fact. Some Roman and Christian sources, however, approach the matter partially objective, empathising with slaves and vaguely criticising their horrible conditions. Here I set out to present a general review of these texts including those of Roman jurisprudence, which, one way or another, try to understand slaves’ tough life, and point to their unfair treatment by their Roman masters. Although, unfortunately, they do not propose radical changes, they nevertheless include themes such as heavy working conditions, cruelty of the masters, physical violence etc. Among them the works of Poseidonius and his followers, Seneca, and satirical novels come to the front. Christian writers, on the other hand, adopted the Roman view of slavery in general, but extended their discourses to include slaves and other lower classes. Yet, in both the Bible and the Church Fathers, promising words and teachings tend to reserve a free life until after death.
On the Missing Navigational Markers – Beacon Towers-Pharos of Antiquity – and Notice of Two Extant Small Marker Beacon Towers of Roman Late Ist c. B.C. – Early Ist c. A.D. Anemorium
Seyirlere Işık Tutan Kayıp İşaretler – Antikçağ’da Pharos’lar İle Sinyal Kuleleri – ve M.Ö. I. yüzyılın Sonu – M.S. I. Yüzyılın Başında Roma Dönemi Anemorium’undan Günümüze Ulaşan İki Küçük Sinyal Kulesine İlişkin Notlar
Seyirlere Işık Tutan Kayıp İşaretler – Antikçağ’da Pharos’lar İle Sinyal Kuleleri – ve M.Ö. I. yüzyılın Sonu – M.S. I. Yüzyılın Başında Roma Dönemi Anemorium’undan Günümüze Ulaşan İki Küçük Sinyal Kulesine İlişkin Notlar
T.M.P. Duggan & Aykan Akçay
Cedrus II (2014) 377-442. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406469
Abstract & Öz
This article addresses the importance, in the well documented practice in antiquity of nocturnal navigation, of marker-beacons/pharos for navigation. It suggests the presence of a Pharonic territorial marker on the consequently named Pharos Island from c. 1400 B.C. marking the port of Rhacotis, with the tower standing in the IVth c. B.C. noted in Arrian’s Anabasis being its probable replacement, prior to the construction of the Hellenistic Pharos. It suggests that maritime place-names beginning with the letters Pha/Phar, such as, Pharsalos, indicate the former presence of harbour marker lights, in this case with salos meaning an open roadstead. The matter of the importance of the size of the marker structure relative to the surrounding topography, the number of light sources, possible fuels employed, and if these marker-beacons functioned at night in winter are raised. The article concludes with remarks upon two late Ist c. B.C. or early Ist c. A.D. in-situ structures at the Cilician port city of Anemorium, previously published as examples of, “a unique form of conical tomb”, which seem rather to be markers on the hillside for the probable landing quay below them, their relative heights reminding of the pharos and anti-pharos marking a harbour entrance in antiquity.
Bu makale, gece deniz yolculuğunun antikçağda iyi bir şekilde belgelenmiş yöntemi içerisinde deniz yolculuğu açısından işaret sinyallerinin/pharos’un önemini vurgulamaktadır. Bu, Pharonic toprak varlığının işareti dolayısıyla ca. M.Ö. 1400’den itibaren Pharos Adası ismini alan ve Rhakotis limanını işaret ederek Hellenistik Pharos’un yapımından önce, ca. M.Ö. IV. yüzyılda ayakta duran kulesiyle Arrianus’un Anabasis’inde belirtilen bir kulenin varlığı ileri sürülebilir. Pharsalos gibi Pha/Phar harfleriyle başlayan denizcilik isimleri liman işaret ışıklarının daha önceki varlığını gösterdiğini akla getirmektedir. Bu durumda salos açık bir liman anlamı vermektedir. İşaret yapısının/kulesinin büyüklüğünün önemi çevredeki topografyayla ilişkilidir. Işık kaynaklarının sayısı, kullanılan olası yakıtlar ve eğer fenerlerde bu işaret sinyalleri kış gecelerinde de faaliyet gösteriyorsa önemi daha da artar. Makale, daha önce “konik mezarın ünik bir formu”nun örneği olarak yayınlanan Kilikia liman kenti Anemorium’da in-situ halindeki altında muhtemelen iniş iskelesi için işaretlerden ziyade geç antikçağdaki bir liman girişi işaret olarak pharos ve anti-pharos’u hatırlatan göreceli yükseklikleri görünmekte olan yapıların, geç M.Ö. I. yüzyıl ya da erken M.S. I. yüzyıla tarihleme görüşleriyle sona ermektedir.
Şehnaz Eraslan
Cedrus II (2014) 443-451. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406470
Öz & Abstract
I. Iustinianus (525-565) dönemine tarihlendirilen İstanbul Büyük Saray Mozaikleri, Geç Antikçağ’dan günümüze ulaşan en görkemli peyzaj betimlemelerindendir. Kırsal yaşam aktiviteleri ve av sahnelerinin tasvir edildiği Büyük Saray Mozaikleri’nde mitolojik bir varlık olan grifonun yer alması dikkat çekmektedir.Baş ve kanatları kartal, gövdesi aslan biçiminde olan bu fantastik varlık M.Ö. III. binyıldan itibaren sanatın çeşitli dallarında tasvir edilmiştir. Antikçağ mozaik sanatında grifon betimleri genellikle Roma Dönemi’ndendir. Bu döneme ait örneklerden biri İstanbul Büyük Saray Mozaikleri’nde dört ayrı sahnede tüm muhteşemliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, İstanbul Büyük Saray Mozaikleri’ndeki grifon betimlemelerinin değişik coğrafyalardaki örnekleri ışığında tipolojik ve ikonografik açıdan bir değerlendirilmesi yapılacaktır.
Surviving from Late Antiquity to the present day and dated to the reign of Iustinianus I. (525-565) the Great Palace mosaics in Istanbul provide majestic depictions of landscape. In the various representations of rural life and hunting scenes the depiction of the strange creature, the griffin, attracts attention. This fantastic creature with the head and wings of an eagle and the body of a lion had been depicted in a variety of media and forms of art from the III. millennium B.C. onwards. The griffin was often depicted during the Roman Period. Examples depicting this creature are found in the Istanbul Great Palace Mosaic in four different scenes where it emerges in all glory. In this article an evaluation is made of the typology and iconography of the Great Palace griffin depictions, taking into consideration the examples of the depiction of griffin from different geographies.
Özlem Oral
Cedrus II (2014) 453-466. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406471
Öz & Abstract
Alanya Kalesi’nin liman kesiminde ve Tophane Mahallesi’nde 2006-2008 yılları arasında, Alanya Arkeolojik Kazıları ve Restorasyon Projesi kapsamında gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkan Avrupa imalatı çok sayıdaki porselenin, üzerlerindeki damgalar ve karakteristik motiflerinden yola çıkılarak, Avrupa’daki üretim merkezlerinin belirlenebilmesi mümkün olabilmiştir. Bu makalede söz konusu buluntulardan bir grup seçki sunulmak suretiyle bu porselenlerin Geç Osmanlı Alanyası’nın kültür ve ticaret tarihine katkısına yönelik bir değerlendirmenin yapılması amaçlanmaktadır.
A variety of European manufacturing porcelain fragments found during excavations of the Tophane Quarter and harbor area of Alanya Citadel from 2006 to 2008, within the Archeological Excavations and Restoration Project of Alanya Citadel, show the presence of commercial relations of late Ottoman Alanya with the Levant and Central Europe. Based upon trade marks and the characteristic decoration of fragments it is possible to determine their production centers in Europe. This article aims to assess the cultural and trading life of late Ottoman Alanya through these European manufactured porcelains.
Halil İnalcık
Cedrus II (2014) 467-495. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406472
Abstract & Öz
Yorüks, are historically known as Türkmen (Turcoman), or Al-Atrâk, being a branch of the Oguz group of peoples who invaded Asia Minor from the 1020’s onwards. The Seljuk/Selcukid central government used to settle them on the East Roman borders-marches. Due to the nature of animal husbandry and seasonal migrations, conflict with the central government, Seljuk or Ottoman, was at times inevitable. Due to their activities against the East Roman Empire a heavy concentration of Türkmen formed in western Anatolia. In a census of 1520-1530 pastoral nomads in the provinces of Western Anatolia numbered 77,368 and those on military service 52.148. The regions where a sizeable Türkmen population formed were the mountainous areas with yaylak, summer pastures, along the Toros mountain chain from western Anatolia to the coasts of the Mediterranean and in the Lake District in the Isparta-Eğirdir region. Practising the heterodox doctrines of Shii’ite Islam, the Türkmen often came in conflict with the central government. The term yörük or yörük was the descriptive term preferred by the official chancery. The central government employed yörüks in military service. The contribution of the Yörüks to the economy of the Ottoman state was important for transportation as, before the railways, transport overland between the regions depended entirely upon yorük camel caravans. Main items of trade were yorük carpets and rugs: halı, kilim, seccade, örtü etc. Tribal and regional designs distinguished local productions. Turkmen carpets were very valuable and had been exported to the West and to Moslem countries from the XIIIth century onwards.
Tarihsel anlamda Tükmenler ya da El-Etrak olarak da bilinen Yörükler, 1020 yılından sonra Küçük Asya’yı fethetmiş olan Oğuz Boyu’nun bir koludur. Selçuklu Merkezi Yönetimi bu gurubu Doğu Roma sınır bölgesinde ikamet ettirmekteydi. Bu gurubun hayvan besiciliği ile uğraşması ve sezonluk göçmenlik gibi özelliklerinden dolayı Selçuklu ve Osmanlı gibi merkezi güçlerle çekişmesi o dönemler için kaçınılmaz bir durumdu. Doğu Roma İmparatorluğu’na karşı eylemlerinden dolayı Batı Anadolu’da da yoğun bir Türkmen nüfusu oluştu. Batı Anadolu eyaletlerindeki kırsal göçebeler 1520-1530 yılları arasındaki nüfus sayımına göre 77.368’dir ve bunların 52.148’i askeri hizmet dâhilindedir. Türkmen nüfusunun oldukça yoğun bir rakam oluşturduğu bölgeler yaylakların da içinde yer aldığı dağlık alanlar ve yazlık otlaklardı ve söz konusu bu bölgeler Toros Dağları zinciri boyunca Batı Anadolu’dan Akdeniz kıyılarına doğru uzanan şeridi ve de Isparta-Eğirdir Gölü’ne doğru olan alanı kapsıyordu. İslam Dini’ndeki Şii Mezhebi’nin heterodoks doktrinini uygulayan Türkmenler, sıklıkla merkezi hükümetle de karşı karşıya gelmişlerdir. Yörük ya da yörük sözcüğü resmi mahkeme tarafından kabul edilen tanımlayıcı bir kelimeydi. Merkezi hükümet yörükleri askeri hizmet amaçlı istihdam etmekteydi. Yörüklerin Osmanlı Devleti’ne ekonomik katkısı ulaşım açısından oldukça önemliydi, zira raylı sistemden önce bölgeler arasındaki ulaşım tamamen Yörüklerin deve kervanları aracılığıyla sağlanıyordu. Ticaretlerinin temel malları halı ve kilimdi: halı, kilim, seccade ve örtü vb. Kabilelere ait ve yöresel tasarımlar yerel üretimlerde ayırt ediliyordu. Türkmen halıları oldukça kıymetliydi ve XIII. yüzyıldan itibaren de Batı’ya ve de Müslüman ülkelere ihraç ediliyordu.
Cemil Çelik
Cedrus II (2014) 497-525. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406473
Öz & Abstract
Kıtlık, ihtiyaçlara yetmeyecek seviyede azlık veya yiyecek maddelerinde görülen darlıktır. Dünyanın farklı bölgelerinde kuraklık, yağış düzensizliği, salgın hastalıklar, savaşlar, isyanlar vb. sebeplerle kıtlıklar yaşanmıştır. Kıbrıs’ta tarihsel süreç içerisinde birçok defa kıtlığa maruz kalmıştır. İncelenen dönemde yaşanan kıtlık hadisesi kuraklık ve yağış düzensizliğine bağlı olarak meydana gelmiştir. 1869 yılında yağış miktarı önceki yıla göre 1/3’e kadar düşmüş ve adada büyük bir kuraklık yaşanmıştır. 1869’da başlayan kuraklığa bağlı kıtlık meydana gelmiş; insanlar, ev eşyalarını, çiftlik hayvanlarını satmış, hatta bitki köklerini yiyerek hayatta kalmaya çalışmışlardır. Adada kıtlık yüzünden yer yer karışıklıklar çıkmış, hırsızlık olaylarında ve hastalıklarda artış görülmüştür. Fiyatlarda artış yaşanmış, ahali tefecilere yüksek faiz oranlarıyla borçlanmıştır. Köylülerin mahsullerine, evlerine ve hayvanlarına el konulmuştur. Osmanlı Devleti ise sosyal devlet anlayışının gereği olarak kısa, orta ve uzun vadeli çözüm yolları üretmiştir. Adaya değişik bölgelerden hububat ve saman ithali yapılmış, ahaliye yardım için kampanya düzenlenmiş, para yardımı yapılmış, vergi ertelemesine gidilmiş ve hububattan vergi alınmayarak fiyatların yükselmesi engellenmeye çalışılmıştır. Çiftçileri tefecilerin elinden kurtarmak için çeşitli çözüm yolları üretilmiştir. Ayrıca fakir halka bedava ekmek ve tohum dağıtımı yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde Osmanlı Devleti’nin bu uygulamaları İngiliz yöneticilere örnek olarak gösterilmiştir.
Famine is the dearth of food such that the needs of the people are unmet. Famine has been a constant of different regions of the world from drought, irregular rainfall, epidemic diseases, wars, rebellions etc. Cyprus has experienced famine several times. In the period studied famine occurred due to drought and irregular rainfall. In 1869, annual rainfall decreased by 1/3rd when compared to the previous year and a great drought occurred on the island. This drought resulted in a famine; people sold their furniture and farm animals. People even tried to survive through eating the roots of plants. The famine caused uprisings and lawlessness, the rate of burglary and of disease increased. As prices soared, the public became indebted to brokers with high rates of interest and their crops, houses and animals were seized. The Ottoman State devised short, middle and long term solutions, as required by the Ottoman social state. Amongst these responses were the import of grain and straw to the island from different regions, public campaigns, financial support, a delay in tax payments, the abolition of the tax on grain etc. Attempts were made to protect the farmers from the loan-sharks through various measures. Bread and seeds was distributed free to the indigent. These responses by the Ottoman State served as a model for the next administrators when a famine occurred on colonial Cyprus during British rule.
Çeviri
Erkan Kurul
Cedrus II (2014) 527-549. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406474
Kitap Tanıtımları
Review of: Pîrî Reis’ten önce ve sonra: Topkapı Sarayı’nda Haritalar
T.M.P. Duggan
Cedrus II (2014) 551-562. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406475
George F. BASS, Denizler Altında Arkeoloji – Su Altına Adanmış Bir Ömür: Anılar ve Keşifler
Erkan Kurul
Cedrus II (2014) 563-566. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406476
Christopher KELLY, Attila: Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü
Emine Bilgiç
Cedrus II (2014) 567-570. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406477
Okasha El-Daly, Kayıp Binyıl: İslam Dünyasında Hiyeroglifler ve Eski Mısır
Mahmut Demir
Cedrus II (2014) 571-574. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406478
Attalid Asia Minor: Money, International Relations, and the State, Ed. PETER THONEMANN
Mesut Kınacı
Cedrus II (2014) 575-576. DOI: 10.13113/CEDRUS.201406479